Kişisel Gelişim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kişisel Gelişim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster



Sular yükselince, balıklar karıncaları yer,
Sular çekilince de karıncalar balıkları yer.
Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir,
Çünkü kimin kimi yiyeceğine.. “Suyun akışı” karar verir.

Bir Afrika Atasözü

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi ve yüreğinizden sevgiyi eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »


"Bilgi Sahibi" olmadan, "Fikir Sahibi" olunmaz. 
Uğur Mumcu.

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi ve yüreğinizden sevgiyi eksik etmeyin ;)

Selamlar, Sevgiler.
Devamını Okuyun »



Geçmişinden ders al, ama takılma,
Hayal kur, geleceği planla, ama abartma,
Koskoca ömürler bile şimdilerden ibaret..
An'a odaklan.. Şimdi'leri kaçırma!..

An'laştık mı? ;)

Hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi ve yüreğinizden sevgiyi eksik etmeyin ;)

Selam ve Sevgi ile,
Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »


Yemen İllerinde Bir Anne Sevgisi

Yemen civarında, "Karn" adı verilen bir köy vardı. Veysel Karânî (Uveys el-Karânî) hazretleri o köyde yaşar, geçimini çobanlık yaparak temin ederdi. Hasta, âmâ ve ihtiyar annesinden başka kimsesi yoktu. Onu çok sever, hizmetinde hiç kusur etmezdi.

Veysel Karanî, Peygamber Efendimiz'in peygamber olduğunu ve İslâm Dîni'ni yaymaya başladığını duymuş ve onu görmeden îmân etmişti. Fakat İki cihan güneşi Efendimiz'i dünya gözüyle göremediği için sahâbî olamamıştı.

Veysel Karânî hazretlerinin, müslüman olduktan sonra, Allâh Rasûlü'ne olan muhabbeti her geçen gün artmış ve artık tahammül edilmez bir seviyeye ulaşmıştı. Bir tek dileği vardı; Allâh elçisinin gül yüzünü görmek. Ondan sonra ölse bile gam değildi. Fakat Yemen ile Medîne arası çok uzaktı. Üstelik kendisini tamamen annesinin hizmetine vermişti, ihtiyar annesinden ayrılacak durumda değildi. Birgün annesinin dizlerine kapanıp gözyaşları içinde izin istedi;

- "Ne olur anneciğim, izin ver de gidip Sevgili Peygamberimiz'i göreyim, sesini duyayım!"

Annesi, oğlunun bu yalvarışına dayanamadı;

- "Peki yavrum, git! Ancak, Peygamberimiz'in kapısına kadar varacak, eğer evinde ise görüp hemen geri döneceksin!" dedi.

Veysel Karânî, bu kadarına da râzı olup hemen yola çıktı. Yol uzun, çöl ıssız, güneş de ortalığı kavuruyordu. Üveys, koşarcasına gidiyor, bir an önce Sevgili Peygamberimiz'e kavuşmak ve O'nun nûr yüzünü görmek istiyordu. Haftalarca yürüdü ve nihayet Medîne-i Münevvere'ye ulaştı. Heyecan içindeydi. Hemen Peygamber Efendimiz'in evini sordu. Ona gösterdiler. Eve gidip kapıyı vurdu. Hafifçe aralanan kapıdan bir kadın sesi duyuldu. Bu Peygamberimiz'in sevgili hanımı Hazret-i Âişe idi.

Veysel Karânî:

- "Ben Yemen'in Karn köyünden geliyorum. Adıma Üveys derler. Allâh Rasûlü'nü ziyâret etmek istemiştim." dedi. Hazret-i Âişe Vâlidemiz cevap verdi:

- "Ne yazık ki, Peygamberimiz evde değil. O'nu ancak mescidde bulabilirsiniz."

Üveys'in başına sanki dünyalar yıkılmıştı. Annesine verdiği sözü hatırladı. Eğer Peygamberimiz'i evde bulamazsa hemen geri dönmesi gerekiyordu.

- "Peygamberimiz'e selâmımı söyleyiniz." dedi. "O'nun gül yüzünü görmek için Yemen'den gelmiştim. Fakat kısmet değilmiş. Lütfen kendisine selâmımı arz edip geldiğimi söyleyiniz. Sevgisiyle yaşadığımı, canımdan çok sevdiğimi arz ediniz."

Veysel Karânî hazretleri gözü yaşlı, gönlü mahzûn olarak geri döndü. Çölü aşarak memleketine vardı.

Peygamber Efendimiz eve döndüğünde kapıda Üveys'den kalan nûru görerek Hazret-i Âişe'ye kimin geldiğini sordu. Hazret-i Âişe de; Yemen'den Üveys adında bir gencin geldiğini, ancak annesine verdiği sözden dolayı geri dönmek zorunda kaldığını söyledi. 

Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz O'nu medhederek:

- "Üveys, sahâbîlerimden sonra gelen insanların en hayırlısıdır." buyurdu.

Veysel Karânî Hazretleri, annesinin vefâtını müteâkip Mekke'de hac vazîfesini îfâ edip Medîne'ye geldi. O sırada Peygamber Efendimiz de âhirete irtihâl buyurmuşlardı. Veysel Karânî, Ravza-i Mutahhara'ya vardı.    Efendimiz'in türbesini görünce kendinden geçerek bayılıp düştü. Ayılınca, O'nsuz oralarda yaşamaya dayanamayacağını anlayarak tekrar Yemen'e döndü.

Hazret-i Ömer, halîfeliği zamanında Hazret-i Ali ile birlikte, Peygamber Efendimiz'in kendilerine emânet olarak bıraktığı Hırka-i saâdeti, Veysel Karânî'ye vermek üzere Kûfe'ye geldiler. Onun bulunduğu yere giderek emâneti teslîm ettiler. Veysel Karânî de; Hırka-i şerîfi büyük bir hürmetle aldı, onu öptü, kokladı ve yüzüne-gözüne sürdü ve dua etti.

Bu Hırka-i Şerîf, nesilden nesile Osmanlılara kadar geldi. Sultan Abdülmecîd Han, bu Hırka-i şerîf için Fâtih civarında Hırka-i Şerîf Câmii'ni yaptırdı. Müslümanların her sene Ramazan ayında teberrüken ziyaret ettikleri    Hırka-i Şerîf de bu câmidedir.

Ömrünü Allâh Teâlâ'ya ibâdet, itâat ve zühd ile geçiren Veysel Karânî hazretleri, Hazret-i Ali'nin halîfeliği zamanına yetişti. O'na tâbi olarak Sıffîn muhârebesine katıldı ve bu muhârebede şehîd olarak Hakk'a kavuştu.

Cenâb-ı Hakk bizlere; Veysel Karânî Hazretleri gibi, annelerimize itâat ve hizmet etmeyi nasip eylesin ve şefâatlerine nâil buyursun!

Kaynak: Şebnem Dergisi

Veysel Karânî Hazretlerinin annesine olan bağlılığını ve Peygamberimiz Hazreti Muhammed'e (s.a.v.) olan muhabbetini çoğu defa okumuş, duymuş yada izlemişsinizdir. 

Hatırlayıp örnekler almak bağlamında "Anneler Günü" münasebetiyle blogumda bu güzel yazıya yer vermek istedim.

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »

Malzemeler:

1 adet lekesiz gönül.
1 adet açık yürek.
500 gram güler yüz.
250 gram tatlı dil.
100 gram hürmet.
1 çorba kaşığı sevgi.
1 çay kaşığı hoşgörü.
1 su bardağı iyi niyet.
1 tutam samimiyet.
1 Ölçek dürüstlük.
Göz kararı saygı.

Hazırlanışı:

Gönülü duygu tasına atıp güler yüz ile karıştır. Ağzında yumuşattığın tatlı dili üzerine ilave ederken, sevgi ve saygıyı ince ince üzerine ekele. Hürmet, iyi niyet ve hoşgörüden meydana gelen şurubu da buna kat. Samimiyet ölçüsünde parçalara bölerek dürüstçe hayata diz ve yüreğinde pişmesini bekle. Yüreğinde pişirdiğin bu sevgi tatlısını karnın acıkınca değil, ruhun acıkınca ye.


Nette sevgi üzerine rastladığım, çok hoşuma giden harika paylaşımlardan birisi :) Siz değerli okurlarımla da paylaşayım dedim ;)

Bu reçete içinde, bence en önemlisi lekesiz gönüle karşılık verebilecek açık bir yürek.. Yoksa o olmadan hazırladığınız sevgi tatlısının üzerine acı sos ekip tek başınıza yemek durumunda da kalabilirsiniz.. 

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi, yüreğinizden sevgiyi eksik etmeyin eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »


"Müminde Stres Olmaz" diyordu bir Psikiyatr. Cümle, çok iddialı bulunmuştu.

Kur'an Kıssalarına eğildikçe, insanın yaşayabileceği bütün sıkıntıları Nebi ve Rasüllerin yaşadığını gördü. Onlar bütün belalara rağmen ilahi huzuru yakalamışlardı.

Kur'an'a bir de bu gözle bakmalıydı. Kıssalara göz gezdirdi, çekilen eziyetlere işaretler koydu:

-Yusuf (a.s.), kardeşlerinin hasedi sonucu kuyuya atılmış, esir pazarlarında satılmış, iftiraya uğramış, hapislerde yıllamış, babasına, kardeşine hasret kalmış ama yılmamıştı.

Ümidin, tevekkülün ödülü olarak Mısır'a sultan oldu.''Derdim çok'' diyen hangi insan, Yusuf (a.s.) kadar bela çekmiş olabilirdi?. .

-Yakup (a.s.), 40 sene evlat hasretiyle kavrulmuş, ağlamaktan âmâ olmuş, ümit kesmeden Rabbine yönelmiş, hem gözleri açılmış, hem de evladına kavuşmuştu.

-İsa (a.s.), en yakın talebelerinden biri tarafından arkadan vuruluyor, ihanete uğruyordu.

-Zekeriyya (a.s.), kavmi tarafından öldürülmek üzere kovalanmış, bir ağaç kovuğuna sığınmış ama testere ile biçilmekten kurtulamamıştı. Testere ile bedeni biçilen Zekeriyya'dan çıkan tek ses: ''Huuuu, Huuuu, Huuuu'' idi.

-Nuh'a (a.s.) öz oğlu bile iman etmemişti.

-Lut (a.s.), tebliğinde yalnız kalırken, fitne grupları ile işbirliği yapan; aynı yatağı paylaştığı karısı idi!..

-Tertemiz bir genç kızken Meryem'in ( a.s.) iffetine dil uzatılıyordu. İftira ve hakarete uğrayan Meryem, sırlı bir Rasüle anne; gelecek nesillere örnek-mucize bir hanım oluyordu.

Kadından Rasül-Nebi yoktu ama Allah (c.c.) Meryem'e Cebrail'ini yolluyor, vahiy Meryem'den doğuyordu!...

-Eyyub (a.s.), deve - koyun sürüleri sahibi iken ağır bir illetle yatağa düşüyor, tüm servetini yitiriyordu. Etrafında kimse kalmamış, dışlanmış, insanlar, iniltilerinden rahatsız olmamak için Onu karısı ile bir tepe üzerinde yalnız konaklamaya mecbur etmişti.Sabrının ödülü olarak şifa bulan, 70'inden sonra delikanlı gibi ayağa kalkan da yine Eyyub'tu...

-Musa (a.s.), kavmi ile birlikte uzun bir sürgün yasamıştı.Mutlulukları için çırpındığı kavmi mucizeye şahit olduğu halde iman etmiyor, en zor anlarda Musa'yı ( a.s.) yalnız bırakıyordu.

-Kainatın Efendisi Hz.Muhammed ( s.a.v) doğmadan önce babadan yetim, altı yaşında, hem de bir yolculukta anneden öksüz kalmış, 8 yaşında dedesini kaybetmiş, tebliğinin ilk yıllarında karısı ve amcasının ölümleriyle sarsılmıştı.

Kendi kavmince hakaret, aşağılama, ambargo, dışlama, taciz etme vb sıkıntıları çekmekle kalmayıp memleketinden ayrılmak durumunda kalan da O (s.a.v.) idi.

Ömrü savaşlarla geçmiş, buğday bir yana arpa ekmeğine karnı doymamıştı.''Ahh Mekke'' dediği çok olurdu.Rasül gurbette yaşamış, gurbete defnedilmişti.

Şimdi siz bütün bunlardan sonra hala ''Moralim bozuk, hayattan zevk almıyorum, stresteyim'' mi diyorsunuz?

Pes yani!..

Kur'an gibi kitabınız, o kitapta onlarca Rasül ve Nebiniz, Kainat Güneşi gibi Önderiniz olacak da stresteyim diyeceksiniz öyle mi?..

Yakışıyor mu size?!..

Kıssaları yeniden okuyun!...

Tarih okur gibi değil, kendinizi Rasül-Nebilerin yerine koyarak, sahnede başrol oynadığınızı düşünerek, olayın içine girerek okuyun.

Göreceksiniz ne stres kalacak, ne de sıkıntı!..

Sabrın, tevekkülün, teslimiyetin eminliği ile huzur müjdesi alacaksınız.

Niye mi bu kadar iddialıyım? Ben değil, böyle olacağını Allah söylüyor:

"Sabredenleri müjdele!...O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: "Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz." derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır."

( Bakara - 155, 156, 157 )

Mehmet Doğramacı.


Bir gönül dostumdan gelen bu maili siz değerli okurlarımla da paylaşmak istedim.. Doğru yolu bulanlardan olmak dileğiyle..

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »


Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı...

Bulduğu hiçbir yanıt ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş, ama aldığı yanıtlar da ona yetmemiş. Fakat mutlaka bir yanıtı olmalı diyormuş.. 

Vee dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş.. Köy, kasaba, ülke dolaşmış, bu arada zaman durmuyor tabii ki..

Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona; 

"Şu karşı ki dağları görüyo rmusun? Orada yaşlı bir bilge yaşar, istersen ona git. Belki O, sana aradığın yanıtı verebilir." demişler.

Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş.

Bilge; "Sana bunun yanıtını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor." demiş.

Adam kabul etmiş. Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağı doldurmuş. 

"Şimdi çık ve bahçede bir tur at, tekrar buraya gel… Yalnız dikkat et, kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin, eğer bir damla eksilirse kaybedersin…"

Adam, iki gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş. Bilge bakmış "Evet" demiş. "Kaşıkta yağ eksilmemiş."

"Pekiyi bahçe nasıldı?" diye sormuş.

Adam oldukça şaşkın bir şekilde; "Ama ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki…" demiş.

Bilge "Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun, kaşık yine elinde olacak ama bu sefer bahçeyi inceleyip gel." demiş 

Adam tekrar bahçeye çıkmış, gördüğü güzellikler karşısında büyülenmiş adeta, muhteşem bir bahçeymiş çünkü… 

Geri geldiğinde bilge, adama "Bahçe nasıldı?" diye sormuş…

Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini, hayran kaldığını anlatmış. 

Bilge gülümsemiş "Ama kaşıkta hiç yağ kalmamış.’’ demiş ve eklemiş;

‘‘HAYAT SENİN BAKIŞINLA ANLAM KAZANIR. YA SADECE BİR NOKTAYI GÖRÜRSÜN, HAYATIN AKIP GİDER, SEN FARKINA VARMAZSIN… YA DA GÖREBİLECEĞİN TÜM GÜZELLİKLERİN TAM ORTASINDA HAYATI YAŞARSIN, AKIP GİDEN ZAMANIN ANLAM KAZANIR…

İŞTE HAYATIN ANLAMI SENİN BAKIŞLARINDA GİZLİDİR."

Okumak için tıklayınız.

Bu anlamlı kıssayı daha önce okumuştum. Sağ olsun, var olsun, bir gönül dostu mail olarak atınca blogumda siz değerli okurlarımla da paylaşmak istedim..

Hayatımızın anlamını hakkıyla anlamak ve ona göre yaşamak dileğiyle...

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz.. 
Devamını Okuyun »



Günün birinde bir "gülle", "su" karşılaşır ve arkadaş olurlar. İlk önceleri arkadaşlık olarak devam eder bu durum. Tabi ki, zaman lazımdır birbirini tanımak için...

Gel zaman git zaman "
gül" o kadar mutlu olur ki bu arkadaşlıktan ve birliktelikten, mutluluktan içi içine sığmaz artık anlar ki "suya aşık" olmuştur! Hayatında ilk kez aşık olan "gül", burcu burcu açar ve etrafa kokular saçar; "suya" dönüp der ki birgün:

Sevgili su, seni sevdiğim için böylesine değiştim, açtım ve etrafa kokular saçtım, yalnızca seni sevdim diye...

Öyle zaman gelir ki, artık "
su" da içinde "güle" karşı birşeyler hissetmeye başlar. Zanneder ki, güle aşık oldum. Günler ve aylar birbirini kovalar ve gülü sevdiğini zanneden su, artık eskisi kadar ilgilenmez gül ile. Gül ise;

Acaba su beni artık sevmiyor mu?” diye düşünmeye başlar.

Çünkü suyun kendisine olan bu ilgisizliği onu üzmeye başlamıştır. İçin için bu soruyu sorar kendine. Bir gün, gül suya der ki:

Biliyor musun ben seni cok seviyorum!” Su:

Ben de seni seviyorum” der.

Aradan zaman geçer ve gül yine suya:

Seni seviyorum...” der...

Su sıradan bir ifadeyle:

Ben de...” der ama gül bu sözde sevgiyi hissedemez. Bu sıradanlaşma, gittikçe sürer ama gül sabırla hep “Seni çok seviyorum ” der suya...

Fakat, öyle bir duruma gelir ki gül, etrafa o güzel kokuyu saçamaz ve burcu burcu açan dalları solmaya yüz tutar. Kendini toparlayarak ve son kez suya:

Biliyor musun seni hala çok seviyorum!” der göz yaşları içerisinde... Su da ona döner ve yine o bildik ironik ve umursamaz edası ile:

Üfff söyledim ya ben de seni seviyorum diye!” der.

Gün gelir gül yataklara düşer. Çok hastalanmıştır gül, rengi solmuş çehresi sararmıştır. Yataklardadır artık. Su ise başında bekler gülün, yardımcı olabilmek için.

Ama bellidir ki artık gül ölecektir Ve son kez zorlukla başını döndürerek suya der ki:

Biliyor musun seni ben gerçekten seviyorum ve senin bilemediğin kadar sevdim üstelik!

Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır. 
Nedir sorun diye doktora sorar. Doktor muayene eder gülü. Muayeneden sonra şöyle der:

Hastanın durumu ümitsiz, artık elimizden birşey gelmez” Su, merak eder kendisini bu kadar çok seven gülün ölümüne sebep olan hastalığı ve sorar doktora:

Hastalığı nedir ki sevgili dostumun?

Doktor şöyle bir bakar suya ve der ki:

Gülün bir hastalığı yok dostum, hiç dikkat etmemişsin galiba sevgili dostuna, bu gül sadece "susuz" kalmış, ölümü onun için” der.

Ve anlar ki su artik, sevgiliye sadece seni seviyorum demek yetmemektedir.



"Seni Seviyorum" cümlesini kalbinizin en derininden gelerek söyleyebilmeniz, söylerken de bunu iliklerinize kadar hissedebilmeniz ve tüm bunları muhatabınıza gösterebilmeniz dileğilye... ;)

Sonraki paylaşımında tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »



Hz. İbrahim Peygamber misafirsiz pek oturmazmış sofraya.. Ne vakit yemek yiyecek olsa birisi olsun, bir kaşık daha konsun istermiş.. 

Bir gün akşam vakti sofra hazırlanmış, kimsecikler yok, bekliyor bir misafir gelse de yemek yesek. Yine gelen giden yok, çıkmış hani birini bulabilir miyim diye.

Bakmış ihtiyar bir adamcağız, 70-80 yaşlarında. Onu davet etmiş; "Baba gel, beraber yemek yiyelim" demiş. 

Oturmuşlar sofraya, ihtiyar kaşığını uzatmış, tam alırken besmele çekmediğini farketmiş Hz. İbrahim.
"Baba, besmele çekmedin, Allah'ın adıyla niye başmaladın" deyince; "Evlat, ben mecusiyim" diyor, "Ateşe tapanlardanım."

O zaman Hz. İbrahim biraz müteessir olmuş, "Kusura bakmayın" demiş, "Ben bu yemeği sizinle paylaşamam, biz hanif dinindeniz, ben sizi yolcu edeyim." diyerek nazikçe uğurlamış ihtiyarı.

Cenab-ı Hak o zaman Cebrail Aleyhisselam'ı gönderip Hz. İbrahime diyor ki; 
"Ne yaptın sen, o benim kulum" diyor, "onu Ben yarattım. Bana inanmadığını bile bile 80 yıldır ona rızık verdim, ekmek verdim, aş verdim, sağlık verdim, sıhhat verdim, evlat verdim, torun torba verdim. Ama sen bir lokma ekmeği çok gördün."

Cebab-ı Hak öyle deyince Hz. İbrahim koşmuş ihtiyarı aramaya, bulmuş, "Baba, durum böyle böyle..

İhtiyar şaşırmış, "Evlat o nasıl bir dindir ki; Allah benim gibi bir ihtiyar yüzünden peygamberini azarlıyor, ikaz ediyor. Ne güzel bir dindir. Nasıl girilir sizin dininize?" deyip oracıkta müslüman olmuş..


Tam da gaddarlaşmaya başladığım bir dönemde bu muhteşem kıssaya rastlayıp izlemem kısmet oldu :)

Tahammül, sabır, anlayış ve hoşgörü...

Oysaki ne kadar kolay kibrimize, nefsimize ve cehaletimize yenik düşüyoruz ve düşüyorum..


Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »



Fakir bir çoban, padişahın kızına aşık olmuş. Herkes "Davul bile dengi dengine, senin ne haddine padişah kızı istemek!" demiş. Bu ümitsiz sevdasını gidip memleketin meşhur dervişine anlatarak yardım istemiş. 

Derviş: “Evladım, bu iş zor, vazgeç bu sevdadan." demiş.

Çoban: "Vazgeçemem! Ne olur bi çare bul!" diye ısrar edince,

Derviş: "Şehrin girişinde, tam yol ağzına otur, kim ne derse desin sadece ''Allah'' diye cevap ver.” demiş.

Çoban denileni yapmış. Günlerce, aylarca şehrin girişinde başka hiçbir kelime konuşmadan “Allah” demiş. 

Derviş, yiyeceğini, içeceğini her gün getiriyormuş. “Allah” diyen genç halk arasında meşhur olmaya başlamış. 

Nihayet bir gün padişah da genci merak etmiş. Dervişten genç hakkında bilgi istemiş. Derviş, gencin devrin büyüklerinden olduğunu söylemiş. 

Padişah, kalkıp genci ziyaret etmiş. “Kimsin? Derdin ne? Ne istersin?” demiş ise de, genç padişaha karşı da “Allah” demekten vazgeçmemiş. Başka tek kelime konuşmamış.

Derviş akşam gencin yanına gitmiş ve "Padişah sana 'Kızımı vereyim?' diyene kadar sen ondan sakın ha bir istekte bulunmayasın!" diye tembihte bulunmuş. 

Nihayet bir gün padişah tekrar gelip: “Ne istiyorsun, istiyorsan seni kızımla evlendireyim?" deyince, 

Genç, dervişin şaşkın bakışları altında: “Yok” demiş ve şöyle devam etmiş; “Artık onu istemiyorum. Ben başka bir hatıra ''Allah'' dedim. Allah (c.c.) devrin padişahını ayağıma getirip, benim gibi miskin bir gence kendi kızını teklif ettirdi.  O'nun hatırına "Allah" deseydim kim bilir ne olurdu? Ben bundan böyle O'ndan başkasını anmıyor ve O'ndan başkasını istemiyorum..” 
Nasip edecekse kuluna kelâmının lezzetini,
Bahane eylermiş yüce Mevla padişah kızını.
Kelâmının lezzetine bahane kıl bu dünyevi aşkımı,
Ey Yüceler Yücesi, esirgeme bu kulundan ilahi aşkını...

Sonraki yazımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin.

Tekrar Paylaşmak Üzere,
Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »


Bir anne evlenmek üzere olan kızına tavsiyelerde bulunuyormuş.

'Son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum' demiş. Mutfağı ve yemek yapmayı bilen gelinlik kız 'Olur' demiş kendine güvenerek.
 
Anne, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış. 'Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana' demiş kızına.. Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş...

Kızı hepsinden ikişer tane vermiş annesine... Anne iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş.

Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış. Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş kızını.Yemek masasında üç tabak duruyormuş. Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş.

Sonra kızına dönüp sormuş: 'Ne görüyorsun?'

Kızı gözlemlerini açıklamaya başlamış;

'Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış.
Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış.
Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler.. '


Sonra anne başlamış tavsiyelerini sıralamaya;

'Evlilikte aşk ve şefkat birlikte olmalıdır.  

Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler.
 
Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar.
 
Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler. Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler.'


Kızı aldığı bu dersten tatmin olmak üzereyken, 'Asıl ders bu değil!' demiş anne. Kızının elinden tutmuş, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları göstermiş;

'Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak... İkisinde de bir tat yok.'

Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşaltmış. Mis gibi taze kahve kokan fincanı kızına uzatmış ve 'İçmek istersin herhalde?' demiş.

Kızı kahvesini yudumlamaya başlamış ve şu cümleler dökülmüş dilinden;

'Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur verici. Herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi... Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar.'

Bu paylaşımımda takip etmekten kendimi alamadığım bir forumdan alıntı yaptım. Alıntı ama ne alıntı! :) Paylaşımın orjinalinde başrollerde baba ve oğul vardı. Ben de babanın yerine anneyi, oğulun yerine de kızı koyarak paylaşayım dedim :)

Şaka bir yana, ideal bir çift olabilmek için her iki tarafta da karşılıklı olması gereken iki özellik, iki güzellik bunlar..

Aşk... ve  Şefkat...

Tabi bu özelliklerin karşı tarafta olup olmadığına dair kararı; acele etmeden, önyargılara kapılmadan, birlikte vakit geçirerek vermek lazım...

Sonraki yazımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin.

Tekrar Paylaşmak Üzere,
Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »



Korkmuyorum Seni Sevmekten

Kaçmaya çalıştığın gerçek,
Birgün karşına çıkacak.
Ve işte o gün
Kaçacak yerin olmayacak.
Ben senin varlığını seviyorum,
Yokluğunu seviyorum
Sana ulaşamadığım dakikalarda.
Seni duymayı
Seni özlemeyi
Hiç görmesem bile seninle olmayı seviyorum.
Hiç korkmuyorum seni sevmekten.
Senin gülüşünü seviyorum.
Her bana bakışında
Gözlerinde okuduğum o duyguyu
Gözlerindeki gözlerimi seviyorum.
Gönlünü seviyorum
Özünü seviyorum senin
Dudaklarındaki sözlerimi seviyorum
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
Ben sendeki o sıcaklığı
Sana olan uzaklığı seviyorum.
Yanaklarından akan göz yaşlarını
En çok, dağınık olduğunda saçlarını
Beni arayan ellerini seviyorum.
Yalnızlığımı seviyorum sebebi sensen
Ayrılığını seviyorum,
En çok yalnız kaldığımda
Beni bulan gönlünü seviyorum.
Ben en çok senin bana olan
Sevgini seviyorum.
İçimden haykırmak geliyor.
Dünyaya sığdıramadığım seni
Kalbime sığdırmak geliyor.
Ağlamak geliyor seni görmezsem
Özlemek geçiyor içimden seni
Sevmek geçiyor.
İçimden sana doğru giden
Bin bir türlü yol geçiyor.
İçimden sen mutlu olacaksan
Ölmek bile geçiyor gülüm.
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
Ben yalnızca seni seviyorum,
Ne o muhteşem güzelliğin
Ne kalbimdeki özelliğin
Ne de sevdiğim için değil,
Seni yalnızca sen olduğun için,
Ruhun için
Kalbin için
Aklın ve sevgin için seviyorum seni.
Ben seni en çok kendim için seviyorum
Belki de ilk defa bencil oluşumu
Sana borçlu olduğum için.
Seni her şey için seviyorum.
Ve sahip olmadığım
Hiçbir şey için.
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
Her dakika seninle olmayı seviyorum.
Gözlerimi her açtığımda
Aklıma gelişini seviyorum.
Her gece uyumadan önce
Seni sevdiğim aklıma gelince
Sensiz uyumayı bile seviyorum
Uyumadan önce seni düşününce.
Ben seni en çok
Umutsuzluğumda beni bulduğun için seviyorum.
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
Ben seni bu şehirde olduğun için değil
Benimle aynı toprağa ayak bastığın için
Benimle aynı gökyüzünü paylaştığın için seviyorum.
Geceleri benim yüzüme vuran ay ışığı
Senin de gözlerine vurduğu için seviyorum.
Benim kemiklerimi ısıtan yaz güneşi
Sana da sıcaklık veriyor diye seviyorum seni.
Benimle aynı zamanı paylaştığın için seviyorum.
Ben seni benimle yaşadığın için
Benden hiç gitmediğin için seviyorum
Beni hiç terketmediğin için.
Ellerini seviyorum Allah'a açıldığında
Kalbini seviyorum kapıları açıldığında
Ve gözlerini seviyorum
Her karşımda kapanıp açıldığında.
Bana baktığında
İçimde yakaladığın coşkumu seviyorum,
Her bana baktığında
Seni sevdiğimi hatırlamayı seviyorum.
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
O kadar çok seviyorum ki seni sevmeyi
Yalnızca sen olduğun için hayatımda
Kendimi bile seviyorum
Sen olunca aklımda.
Kalbimi seviyorum seni seviyor diye
Gözlerimi seviyorum seni görüyor diye.
Ruhumu seviyorum, senin ruhuna
Bu kadar yakın diye.
Gülümsememi seviyorum seni düşününce
Ayakta kalışımı seviyorum sebebi sen olunca
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
Ben sana olan sevgimi yazan
Kalemimi seviyorum.
Senin adını yazdığım kağıdı seviyorum.
Sana olan sevgime benzettiğim
Her sevgiyi seviyorum.
Bana seni hatırlatan herşeyi
Sana giden yolları seviyorum.
O kadar çok seviyorum ki seni
Seni kaybetmek korkusunu bile,
İçinde yalnızca, sen olduğun için
Sana karşı duyduğum bir duygu olduğu için
Korkumun sebebinde sen olduğun için seviyorum.
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
Seni seviyorum.
Murat Apaydın 



Korkmuyorum seni sevmekten ..! :)

Sonraki yazımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Tekrar Paylaşmak Üzere,
Sevgi ve Saygılarımla
Devamını Okuyun »



Cami imamı Abdullah hoca, bir iş için resmi dairelerden birine gider. Kendisinden TC kimlik numarası istenince, en yakın internet- cafenin yolunu tutmak zorunda kalır.

Cafenin kapısından girerken levhada yazılı isim 'fesubhânallah'lar, estagfirullah'lar çektirir hoca efendiye, hem de peşpeşe: CEN.NET CAFE

Cafe işleten delikanlıya:

- Evlâdım T.C. kimlik numarası istediler benden, yardımcı olabilir misin?

- Tabi amcacım, siz şuraya oturun, şu işimi hemen bitirip sizinle ilgilenirim.

Abdullah hoca başlar beklemeye. Böylelikle bulundugu mekânı inceleme fırsatı da geçer eline. Demek ki gençlerin girip bir türlü çıkmak bilmedikleri, internet-cafe denilen yer burasıdır. Gözüne takılan her detaydan rahatsız olarak, huzursuz bakışlarla etrafını süzer durur. Evin bodrumunda kurduğu fare tuzakları gelir aklına. Küçücük bir peynire tutsak olan fareler nasıl kapandan çıkamıyorlarsa, ayrı telden, ayrı telden oyunlara yakalanan gençlerin de buradan çıkamadıklarını düşünür. Bir 'fesubhanallah' Bir 'fesubhânallah' daha çeker ve:

- Ähir zaman fitneleri işte canım, der kendi kendine.

Hoca efendinin huzursuz olduğunu fark eden delikanlı hemen bir çay söyleyince, kendisine ikram edilmesinden memnun olur. En azından bu da bir hürmet ifadesidir. 'Aferin' derken içinden, hayıflanır, istemeden:

- Yazık oluyor bu gençlere, hayatlarını heder ediyorlar.

Boşa hayıflanmanın, vah vah demenin, bir faydası olmayacağını bildiği için, delikanlıyla hasbihal etmeye karar verir:

- Delikanlı sana bir şey soracağım ama bilmem ne düşünürsün?

- Buyurun amca, ne soracaktınız?

- Sen Allah'ı bilir misin?

Birbirine girmiş, hiçbir şekle benzetemediği jöleli saçları, her baktığında bir 'fesubhanallah' daha çektiği sakal şekliyle bu delikanlıdan aldığı cevap, hoca efendiyi pek şaşırtır.

Cafeyi işleten delikanlı gülümseyen gözlerle bakarak:

- Kul, kendisini yoktan var edip hayat bahşeden, düşünecek akıl, görecek göz veren Rabbini nasıl bilmez amca?

Hayretle sormaktan alamaz kendisini:

- Biliyor musun? Peki neyle biliyorsun Allah'ı, bana bir anlatır mısın?

Delikanlı eliyle cafedeki bilgisayarları göstererek cevap verir:

- Bu bilgisayar ile biliyorum amca.

- Bunlarla mı? Pek anlayamadım.

- Bu bilgisayarların varlığı benim nazarımda Allah'ın varlığının en açık delillerinden biridir. Bilgisayar kullananlar gayet iyi bilirler amca, böyle bir makine, ancak bir mühendis ve üstün bir teknoloji ile var olabilir. Ateistin en önde gidenine sorsan, bu zımbırtının tesadüf eseri oluşmayacağını, mutlaka birisi tarafindan yapılmış olduğunu söyler sana. Meselâ Darwin kalkıp dirilse, şu laptopu göstersen, desen ki: 'Bu alet, şu hesap makinesinin tesadüfler zinciriyle evrimleşmiş hâlidir.' Darwin bile 'çüş lan deve' der.

Abdullah Hoca delikanlının anlattıklarından hoşlanmıştır. Keyiflenir:

- Bilgisayarın kendiliğinden yapıldığını kabul etmeyen adam, onu yapan insanın yaratılmış olduğuna gelince kıvırıveriyor değil mi evlâdım?

- Bak amca, burada 20 tane bilgisayar var, bunlar bir sistemle birbirine bağlı, hepsi bir program tarafından idare ediliyor. Bu sistemi ben kurdum, burayı ben çekip çeviriyorum. Buradaki düzen benden sorulur; yani bir anlamda da farz-ı muhal, haşa, buranın Rabbi benim. Bazen oyun oynayıp, interneti kullanıp para ödemeden sıvışmaya kalkanlar oluyor. Hemen yakalıyorum onları. 'Gel bakalım! Nereye gidiyorsunuz böyle? Buranın nimetlerinden faydalanıp başıboş bırakılacağınızı mı zannettiniz? 'Paramız yok abi! ' derlerse; 'Yok öyle yağma! ' deyip cezalandırıyorum. İnternet kafeyi temizletiyorum: paspas yapıyorlar, camları silip tuvaleti temizlettiriyorum. Bir saat oyunun, internetin bedeli olur, bunun hesabı sorulur da, sayısız nimetlerle dolu koca bir ömrün hesabını sormazlar mı insana? Bir kafenin bile işlerini düzenleyen, tertip eden biri varken, koca kâinatı kusursuz işleyen bu sisteminin bir kurucusu olmaz mı? Olmaz diyenin ahmaklığını bütün noterler tasdik etmez mi?

- Vallahi evlâdım pek takdir ettim seni. Peki Allah'ı nasıl bilirsin, neye benzetirsin?

- Ben Allah'ı hiçbir şeye benzetmeden bilirim amca.

- Bunun böyle olacağını nasıl bildin evlâdım?

Delikanlı eliyle bilgisayarları işaret etti:

- Yine bunlar sağ olsun. Bu bilgisayarları yapan mühendisler başka, bilgisayarlar başkadır. Birbirlerine benzemezler. Programı yazan insan başkadır, ortaya konulan program ise bambaşka. Bilgisayarda yüklenmiş bilgiler vardır, fakat benim bilmem yine başkadır. Kamerası vardır, ses düzeni vardır ama benim gözlerim ve duyup konuşmam farklıdır.

Abdullah amca çocuğun feraset ve anlayışını çok beğenmişti. Sorduğu sorulara aldığı cevaplar, gayet mantıklıydı ve berrak bir imana işaret ediyordu. Aslında buradaki işi bitmiş, kimlik numarasını çoktan almıştı; ama muhabbete devam etmek istedi.

- Peki varlığına inandığın Rabbin için ne yapman gerektiğine dair ne biliyorsun?

- Ne yapmam gerektiğini biliyorum amca, fakat ne kadarını yapabildiğim hususunda kendimi yeterli görmüyorum.

- Ne bildiğini söylersen, neler yapabileceğine dair yardımcı olabilirim belki evlâdım.

- Neler yapmam gerektiğine dair şuradan biliyorum amca: Öncelikle, Rabbim bana bir gönül vermiş. Kendisini bilmeyi nasip edip muhabbetini gönlüme yerleştirmiş. Ben de gönlümde sadece O'na ve sevdiklerine yer vermeliyim, O'nun istemeyeceği şeyleri gönlümden uzak tutmalıyım. İkinci olarak bana verdiği dili razı olmayacağı sözlerden korumalıyım. Her zaman O'nu söylemeli, O'nu anlatmalıyım. Son olarak bana verdiği bu bedeni onun razı olacağı şekilde kullanmalı, bir gün toprak olacak vücudumu O'nun yolunda eskitmeliyim. Benim bildiğim bundan ibaret.

- Ee evlâdım daha ne yapacaksın, başka bir şey kalmadı ki!

- Efendim yapmalıyım, etmeliyim diyorum ama, bal demekle ağız tatlanmıyor ki!

Gidilecek yolu bilmek ayrı, usulüyle yolda yürüyebilmek apayrı bir şey. Yine bilgisayar tabirleriyle söylemek gerekirse, Şeytan denilen melun HACKER, benim sistemimde ki NEFS virüsünü aktif hale getiriyor. Üstesinden gelebilene aşk olsun. Etkili bir anti-virus programı bulmam lazım belki de..

- Ben biliyorum, dedi Abdullah Hoca ve ekledi: "NAMAZ"

- Eveeet amca, "NAMAZ" anti-virus programlarından birisidir. Hayat sistemine kurup, günde beş kere de bağlanırız. Böylece sürekli güncellenir.

Sürekli güncellenmek gerek...

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Tekrar Paylaşmak Üzere,
Sevgi ve Saygılarımla
Devamını Okuyun »


Küçük bir kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı.

Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğle yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.

Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki, iki gündür boğazından lokma geçmemişti. Karnını doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreyen bir köpek yavrusunu görünce kucağına alıverdi

Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sarmaya başladı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı...

Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar ...

Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk maliyeti olmayan bir tebessümün sonucuydu..

Mutlu bir gülümseyişin, güzel bir tebessümün yerini hiç bir tatlı söz tutamazmış, unutmayınız efendim ;)

Sonraki yazımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Tekrar Paylaşmak Üzere,
Sevgi ve Saygılarımla
Devamını Okuyun »

1 yaşınızdayken sizi elleriyle besledi ve yıkadı. Bütün gece ağlayıp onu uyutmayarak teşekkür ettiniz.

2 yaşınızdayken size yürümeyi öğretti. Size seslendiğinde odadan kaçarak teşekkür ettiniz.

3 yasınızdayken size özenle yemekler hazırladı. Tabağınızı masanın altına dökerek teşekkür ettiniz.

4 yaşınızdayken elinize rengârenk kalemler tutuşturdu. Evin bütün duvarlarına resim yaparak teşekkür ettiniz.

5 yaşınızdayken sizi cici kıyafetlerle süsledi. Gördüğünüz ilk çamur birikintisine atlayarak teşekkür ettiniz.

6 yaşınızdayken okula kadar sizinle yürüdü. Sokaklarda "GITMIYCEEEEEEEM" diye ağlayarak teşekkür ettiniz.

7 yaşınızdayken size bir top hediye etti. Komşunun camını kırarak teşekkür ettiniz.

9 yaşınızdayken size dualar öğretti, siz her seferinde unutarak teşekkür ettiniz.

11 yaşınızdayken sizi arkadaşınızla sinemaya götürdü "Sen bizimle oturma" diyerek teşekkür ettiniz.

12 yaşınızdayken zararlı TV programlarını seyretmenizi istemedi. O evde değilken hepsini izleyerek teşekkür ettiniz.

19 yaşınızdayken okul masraflarınızı karşıladı, sizi arabayla kampusa götürdü ve eşyalarınızı taşıdı. Arkadaşlarınız alay etmesin diye kampus kapısında vedalaşarak teşekkür ettiniz.

21 yaşınızdayken iş hayatı ve kariyerinizle ilgili size fikir vermek istedi. "Ben senin gibi olmayacağım" diyerek teşekkür ettiniz.

22 yaşınızdayken kep giyme töreninizde size gururla sarıldı. Avrupa seyahati için para isteyerek teşekkür ettiniz.

25 yaşınızdayken düğün masraflarınızı karşıladı, sizin için hem mutlu oldu hem çok duygulandı. Siz dünyanın bir ucuna taşınarak teşekkür ettiniz.

30 yaşınızdayken bebek bakımı hakkında size akıl vermek istedi. "Artık bu ilkel yöntemleri bırak" diyerek teşekkür ettiniz.

40 yaşınızdayken sizi arayıp bir akrabanızın doğum gününü hatırlattı. "Anne işim başımdan aşkın" diyerek teşekkür ettiniz.

50 yaşınızdayken o çok hastalandı, hafta sonunda onu görmeye gittiğinizde mutlu oldu. Ona yaşlıların çocuk gibi nazlı olduğunu söyleyerek teşekkür ettiniz.

Derken bir gün..... o öldü.  Ve o güne kadar onun için yapmadığınız ne varsa, o anda kalbinize bir yıldırım gibi düştü....

Ve bir hikaye..

Evin telefonu sabaha karşı üç buçukta çaldı. Uyku sersemi adam telefonu açtı. Telefondaki ses annesine aitti. Telaşlandı, korktu başlarına bir şey mi gelmişti?
Annesi "Nasılsın oğlum iyi misin?" diye sordu.
Oğlu şaşkın bir ifadeyle "İyiyim anne hayırdır bir şey mi oldu siz iyi misiniz?" dedi.
Annesi "Biz iyiyiz oğlum, bir şeyimiz yok. Sadece sesini duymak istedim." dedi.
Oğlu da "Anne bunun için mi aradın saat sabahın üçbuçuğu? Yarın da konuşabilirdik!" deyince annesi de "Rahatsız mı ettim oğlum?" dedi.
Oğlu "Evet anne rahatsız ettin." deyince annesi "30 sene önce sen de beni bu saate rahatsız etmiştin, doğum günün kutlu olsun oğlum." dedi...


Eğer halen sizinleyse, şimdi onu her zamankinden daha çok sevin.. E hadii ..! :)

Sonraki yazımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin.

Tekrar Paylaşmak Üzere,
Sevgi ve Saygılarımla
Devamını Okuyun »



İki şey 'Kalitesiz İnsan'ın özelliğidir:
1- Şikayetçilik
2- Dedikodu

İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:
1- Bakış açısını değiştirmek
2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek

İki şey yanlış yapmanı engeller:
1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgeçinden geçirmek
2- Hak yememek

İki şey kişiyi gözden düşürür :
1- Demagoji (Laf kalabalığı)
2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)

İki şey insanı 'Nitelikli İnsan' yapar:
1- İradeye hakim Olmak
2- Uyumlu Olmak

İki şey 'Ekstra Değer' katar:
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek

İki şey geri bırakır:
1- Kararsızlık
2- Cesaretsizlik

İki şey kâşif yapar:
1- Nitelikli çevre
2- Biraz delilik

İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:
1- Baskın  yeteneği bulmak
2- Sevdiğin işi yapmak

İki şey başarının sırrıdır:
1- Ustalardan ustalığı öğrenmek
2- Kendini güncellemek

İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
1- Niyetin saf olması
2- Ruhsal farkındalık

İki şey milyonlarca insandan ayırır:
1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek

İki şey gelişmeyi engeller:
1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat)
2- Felakete odaklanmış olmak

İki şey çözüm getirir:
1- Tebessüm (gülümseme)
2- Sükut (susmak)

İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır:
1- Anne
2- Baba

İki şey geri alınmaz:
1- Geçen zaman
2- Söylenen söz

İki şey ulaşmaya değerdir:
1- Sevgi
2- Bilgi

İki şey "hayatta önemli olan her şey" içindir:
1- Nefes alabilmek
2- Nefes verebilmek

Sonraki yazımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin.

Tekrar Paylaşmak Üzere,
Sevgi ve Saygılarımla
Devamını Okuyun »



Bakkal amca, bir din ver, bana şöyle yüz gram;
İçinde hem komedi, hem de birazcık dram.
Öyle bir din olsun ki; bizi fazla sıkmasın,
Her yerde 'ahlâk' diye, karşımıza çıkmasın...

Ramazan'da otuz gün, vücut girsin bakıma,
Ama bayram gelince, karışmasın rakıma(!)
Bırakalım insanlar, her tür haltı yesinler,
''Ne yani.. Biz müslüman değil miyiz? '' desinler..

Bir din ver ki; içinde, birazcık kahve falı,
Ve üstünde bir kaşık, sosyetik mevlid balı,
Arasında bir dilim, Kaşar Yaşar olmalı,
Böylece kalplerimiz, hidâyetle (!) dolmalı...

Bir de şu kurbanlıklar, sorun çıkardı biraz,
Neden dersen bütçemiz, bu sene hepten ayaz.
Eğer fetvâ verirse, şu senin 'Süper Beyaz',
Belki biz de keseriz, ya bir tavuk, ya bir kaz...

Bakkal amca bir din ver; zorda 'Allah' diyelim,
Açılınca kapılar, 'Haydi Yallah' diyelim.
Âlimler ehli cümbüş, fetvâlarda varyasyon,
Biraz Budist felsefe, biraz reenkarnasyon...

Bir din ki; insanları, hayallere daldırsın,
Tüm cinsel yasakları, yürürlükten kaldırsın.
Eroslar, Afroditler, sokaklarda çıldırsın,
Ve bu çılgın tanrılar, şeytanları yıldırsın...

Açılsın sahillerde, beş yıldızlı mâbedler,
Diskolarda, ruflarda, yapılsın ibadetler...
Bir din ver ki; her akşam, sofraları kuralım,
Kadehleri duayla, birbirine vuralım...

Ahlak mahlak üstüne, biraz kafa yoralım(!)
Memleketin şu hali, ne olacak soralım.
İlerleyen saatte, dansöz çıksın masaya,
Allah rızası(!) için, pamuk eller kasaya...

Ne kadar yardımsever, olduğumuz görülsün,
Ellerimiz dansöze, merhametle sürülsün.
Cinsiyetler arası, ortak pazar kurulsun,
Böylece irticaya, büyük darbe vurulsun...

Bakkal amca, bir din ver; açık olsun tâvize,
Rahatlatsın bizleri, tatlı baksın fâize.
Madem ki fâiz dedik, hazır girdik damardan,
Bir din ver ki; bizleri, men etmesin kumardan...

Piyangolar, totolar, birer hayır kurumu,
Bazı yobaz kafalar, görsünler bu durumu,
Gece gündüz borsada, hayal kursun alıklar,
Yesinler küçükleri, bazı büyük balıklar...

Bir din ver ki; bıraksın, şu rüşvetin peşini,
Âmir, memur, sekreter, herkes bilsin işini.
Bu bilimsel metodla, çözersek biz bu işi,
Korkarım kalmayacak, zekât verecek kişi...

Lûgatlerden silinsin, artık şeref, şahsiyet,
Dalgalı kura geçsin, edep, hayâ, haysiyet.
Körler ile sağırlar, koltukları kapsınlar,
Ellerinde yağdanlık, birbirine tapsınlar...

Bakkal amca, bir din ver; kaşlarını çatmasın,
Kubbesi, minaresi, aman derim batmasın,
Temizlensin camiler, tabut mabut kalmasın,
Bundan sonra Azrail, kapımızı çalmasın(!) ...

Dostlarım! Sanmayın ki; taş devrinden gelirim,
Bakkaldan din istenmez, bunu ben de bilirim.
İstedim ki; bu şaka, sizi biraz güldürsün,
Güldürürken, biraz da, gerçeği düşündürsün...

Cengiz Numanoğlu


Şiiri paylaşma amacım yazarın şiiri yazma amacıyla aynen örtüşüyor..

Yeni yıl hakkında da bir kaç kelam edecek olursam; geçen yıl uzun uzun yazmıştım yeni ve eski hakkında; Başlangıcı Olan Her Şeyin Bir Sonu Vardır, Ama Her Son Yeni Bir Başlangıçtır

Yeni yıl; eskinin muhasebesini yapıp, yeninin planını yapmak, hedeflere ulaşmak, hayallere yaklaşmak için harika bir fırsat olabilir.

Ailemiz ve sevdiklerimizle birlikte, sağlık, huzur ve mutluluk içinde, başarılarla dolu, her anlamda bereketli bir 2010 yaşamamız, yaşamanız dileğiyle.. ;)


Yeni yazılarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin.

Tekrar Paylaşmak Üzere,
Sevgi ve Saygılarımla
Devamını Okuyun »



• 4yaş:    Babam her şeyi bilir.

• 5 yaş:   Babam çok şeyi biliyor.

• 6 yaş:   Benim babam, senin babandan daha çok şey biliyor.

• 8 yaş:   Babam her şeyi bilmiyor olabilir.

• 10 yaş: Babamın gençliğinde her şey çok farklıymış.

• 12 yaş: Aslında, babam bu konuda hiçbir şey bilmiyor. Çocukluğunu anımsayamayacak kadar yaşlı.

• 14 yaş: Babama kulak asma, o artık çağ dışı kaldı.

• 21 yaş: Babam mı? Aman Tanrım! o hiçbir işe yaramaz

• 25 yaş: Babam bu konuda az da olsa bir şeyler biliyor. Ama o yaştaki insanın bu konuda bir şeyler bilmesi normal zaten.

• 30 yaş: Bu konuda babamın fikrini alsak iyi olur. O kadar deneyimli ki!

• 35 yaş: Babama sormadan hiçbir şey yapmasam iyi olacak.

• 40 yaş: Acaba babam bu konunun nasıl üstesinden gelirdi? Ne kadar akıllı ve deneyimli bir insandı.

• 50 yaş: Babamın yanımda olması ve bu konu hakkında fikir vermesini ne kadar çok isterdim. Onun ne kadar akıllı olduğunu hiç taktir etmemişim. Ondan çok şey öğrenebilirdim.

Mailime düşen bir içerikti, çok hoşuma giden, beğendiğim ve paylaştığım bir içerik artık :)

Sonraki yazımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin.

Tekrar Paylaşmak Üzere,

Sevgi ve Saygılarımla
Devamını Okuyun »



İlgiyle takip ettiğim kişisel gelişim uzmanlarından sevgili Ahmet Şerif İzgören 'in seminerlerinden birinde şu cümlelerle özetleyebileceğim bir tavsiye vardı; 

Sadece fiziğiniz için değil, yaşadıklarınızdan memnun, hayatınızdan mutlu olup olmadığınızı anlamak için, ruhunuzu görmek için de bakın aynalara. Her yaptığınız şey bu hayat için öyle olumlu olsun ki; ömrünüz yetipte 70 lere geldiğinizde bile gülümseyen bir yüz ve başı dik bir vücut görebilesiniz aynada.

Aynen üstâdın dediği gibi, sadece gövdemizin üstündeki başımız, gözümüzün üstündeki kaşımız ve kaşımızın üstündeki saçlarımız için değil, ruhumuz için de aynaya bakmak gerekiyor.

Zira görelim bakalım; karşımızda yaşadıklarından pişman, somurtan bir kişi mi duruyor, yoksa tebessüm ve güven dolu, kendinden emin bir kiş mi?

Karşımızdaki, yaşadıklarından dolayı pişman ve üzgün biriyse, keşkeleri çoksa; ya yanlışlarımız çok ya da hayat ihtihanımız ağır kanımca. Bu durumda bir soluklanmak gerekiyor sanırım. Soluklanıp kendimizi sorgulamak gerekiyor. Ve bir daha ki bakışlarımızda gülümseyen birini  görene dek çabalamak ve sabretmek gerekiyor (yine) sanırım.

Ama, aynadaki ağzımız kulaklarımıza varmaya yelteniyorsa, gamzelerimiz ortaya çıkmaya çalışıyorsa ne mutlu bize. Bunlar olmuyorsa, üzgünsek, ama buna rağmen yine gözlerimiz parlıyorsa yine ne mutlu bize. Ne mutlu her şeye rağmen içimizdeki umut dolu yüreğe :)

Bu aralar bu amaçla ben de bakıyorum aynaya. Ve şükürler olsun ki, karşımda tebessüm dolu, pişman olduğu şey az, yaşadıklarına "iyi ki sizi yaşadım" diyebilen, dik birini buluyorum :) Gözlerim parlıyor hafiften, yüreğim de bir ferahlık.. Kalbim kendini tazeliyor sanki, sanki geçirdiği yangından sonra yeniden yeşermeye hazır. Bir farkla, bu sefer potansiyelinin de farkında :)



Yazı bitti... Şimdi, çok uç duygular içinde değilseniz, yani ortalama duygusallıktaysanız, kalkın bilgisayarınızın başından ve bir boy aynasında uzun uzun kendinize bakın. "Keşke" leriniz den çok "İyi ki" leriniz varsa ve dik duruyorsanız ne mutlu size ;) ne mutlu çevrenizdekilere ;)

Sonraki yazımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi, aynalara ruhunuz için de bakmayı eksik etmeyin.

Tekrar Paylaşmak Üzere,

Sevgi ve Saygılarımla
Devamını Okuyun »



Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı.

Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi;

“Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi.

Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu!

Kekeleyerek: “Nasıl? Anlayamadım?” diyebildi yaşlı kadın.

“Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp:

“Yeter! Lütfen dur artık!” diye bağırmak zorunda kaldım.

Ama usta sadece gülümsedi ve; “Daha değil!” diye cevapladı beni.

“Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım:

“Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!”

Ama usta bana bakıp gülümsüyordu:

“Henüz değil!”

“Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu. Aklımdan şöyle geçiyordu: Beni yakarak öldürecek”

Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan da bağırıyordum:

“Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!”

“Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala gülümsüyor ve “Daha değil!” diyordu.

“Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi.

“Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum.

“Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!” dedim. Onun cevabı ise aynıydı: “Henüz değil!”

“Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. Korkudan ölecektim. “Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!” diye bağırdım.

Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı. “Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!” diye düşündüm. Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine “Daha değil!” diyordu. Ancak bu defa ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm.

“Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi:

“Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?”

Ona “Evet” dedim.

Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve “Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım.”

“Evet bu sensin!” dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin.

Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin.

Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın.

Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın.

Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı.

Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu.

Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.”

Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim:

“Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet! Bana zarar vereceğini düşündüm. Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim. Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum. Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana verdiğin için teşekkür ederim… Teşekkür ederim..”

Usta fincanı, yaratıcı insanı şekillendirir..


Mail olarak gelen bu anlam dolu harika içeriğe İbrahim Tennuri'nin şu şiiri ile devam edelim;

Cana cefa, ya kıl safa kahrın da hoş, lütfun da hoş
Ya dert gönder, ya deva kahrın da hoş, lütfun da hoş
Hoştur bana senden gelen ya hıl'ati, yahut kefen
Ya taze güzi yahut diken kahrın da hoş, lütfun da hoş
Gelse celalinden cefa yahut cemalinden vefa
İkisi de cana safa kahrın da hoş, lütfun da hoş
Ger bağ ü ger bostan ola ger bend ü ger zindan ola
Ger vasl ü ger hicran ola kahrın da hoş, lütfun da hoş
Ey zat-ı pak-ı lemyezel mu'ti her hayr ü emel
Ey lutf bol, kahrı güzel kahrın da hoş, lütfun da hoş
Gerek ağlat, gerek güldür gerek dirilt, gerek öldür
Bu aşık sana kuldur kahrın da hoş, lütfun da hoş.
İbrahim Tennuri

Ey yüceler yücesi; bizlere öyle bir bilinç ver ki; yaşadığımız her zorluk içindeki kolaylıkları görebilelim ve sabırla her sıkıntıya şükredebilelim. “Gün gelecek bana yaşattığın bu sıkıntılar için sana şükredeceğimi biliyorum.” diyebilelim. Ve bize öyle günler göster ki; o günler geldiğinde "Allah’ım bana yaşattığın o sıkıntılar için sana sonsuz şükürler olsun. O sıkıntıları yaşatmasaydın böyle olamazdım. Kahrın da hoş, lütfun da hoş." diyebilelim. Amin.

Sonraki yazımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin.

Tekrar Paylaşmak Üzere,

Sevgi ve Saygılarımla
Devamını Okuyun »