Kişisel Paylaşım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kişisel Paylaşım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


Artık Suç Değil Sevgi İşleyin

Suç işlemek en kolay yoldur can yakmak can satmak can almak
İnanmazsan sor bir bilene Çete kurmak iş değil ki mermi atmak
Çalmak,zorla almak ile gaspın hayır değil sonu çok olur hasmın
Kalmaz hiç dostun hiç mektupta gelmez anandan gayrı ağlayanın olmaz
Hayat ucuz bir dizi film değil, şike, kumar,hile helal değil
Spor,sanat,müzik okul iyi tamam uzun bu yol ama haram değil
Kaptın kaçtın ne oldu kendi bacını ananı yerine koy hadi kurbanların
Aldın üç kuruşu ne oldu sonra kelepçe hapiste geçecek yılların
Özgürlüğü özler sayfaların, içine doğru akar gözyaşların
Peşine gitme kör şeytanın onun hoşuna gidiyor senin yaptıkların
Sonu en belli olan yol suçtur, yokuştur bu yolun sonu uçurumdur
Pek bir seçeneğin yok kaderin bu,sonun hapis,hastane belki mezar olur

Artık suç değil sevgi işleyin, gençler yanlış yolu seçmeyin
Bekliyor şeytan sakın uymayın, en sevdiğinize bir çiçek verin
Artık suç değil sevgi işleyin, aman can yakan yolda gitmeyin
Lütfen suç değil sevgi işleyin sizi kandıranlara izin vermeyin

Sönmesin o güzel ışıklarınız, sakınn dönmeyin ışığı gördüğünüz yoldan
Bölmeyin yolunu kimsenin, kesmeyin önünü ekmeyini bölüş hergün
Dövüş kavga iş değil, bölünüp ayrılmakta bize yakışmaz
Heryeri yakmaklada bir yere varılmaz konuşmazsak olmaz yarışmazsak
İnsanlar gibi tanışmazsak, suçlar işleyip saklanırsan
Elbet bulacaklar ararlarsa sana deliğe girmekse hiç yakışmaz
Övünülecek birşeymi can yakmak, marifetmi aleme isim yapmak
Cesaterini silahla bulup bir anlık cehaletle ve acı ile sona varmak
Öğretmenin ailenin sözünü dinle, gerekirse de yardım iste
Eline balta değil kalemi al mecazı anla ve derine dal oku ve yaz
Hiçbir suç cezasız kalmıyor son pişmanlık fayda etmiyor
Neresinden dönersen kar zararın yeni umutlarsa seni bekliyor
Kanun yoksa özgür olamazsın,zehire bulaşma yolunu bulamazsın
Kötüye uyma geride kalma önüne bak ve ileri git geride kalamazsın
Üzme kimseyi,kırma hiçbir kalp,zannettiğinden daha da zor hayat
Girin kol kola güven dostuna umut dolsun için gül yarınlara

Artık suç değil sevgi işleyin, gençler yanlış yolu seçmeyin
Bekliyor şeytan sakın uymayın, en sevdiğinize bir çiçek verin
Artık suç değil sevgi işleyin, aman can yakan yolda gitmeyin
Lütfen suç değil sevgi işleyin sizi kandıranlara izin vermeyin.


Türk Polis Teşkilatı'mızın 165'inci kuruluş yıldönümü nedeniyle hazırlanan "Artık suç değil sevgi işleyin" adlı polis klibini ben çok çok beğendim, Ceza çok güzel bir çalışmaya imza atmış. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. 

Türk Polis Teşkilatı'mıza başarı dolu daha nice 165 yıllar diyorum.. 

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz.
Devamını Okuyun »


"Dünya mimarlarının reisi/ dönem mühendislerinin başı" olarak ünlenen Mimar Sinan, eserleriyle 450 senedir aramızda.

Mimar Sinan, Koca Sinan diye de anılan, Kanuni Sultan Süleyman dahil üç büyük Osmanlı padişahı döneminde yaşamış, dünyanın en büyük mimar ve yapı sanatçılarından. Mimar Sinan, 1490’da, Kayseri'nin Ağırnas köyünde dünyaya geldi. Sinan, 92 camii, 52 mescit, 57 medrese, 7 darül-kurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane), 5 su yolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 375 eser vermiştir. Başyapıtı, "ustalık eserim" dediği Selimiye Camisi'dir.

Sinan "Çıraklığımı İstanbul'daki Şehzade Camii'nde yaptım. Kalfalığımı da Süleymaniye Camii'nde tamamladım. Fakat bütün gücümü bu Sultan Selim Han camiinde sarf edip ustalığımı ayân ve beyân ettim." demiştir.

Mimar Sinan'ın Hayatı

22 yaşında, Yavuz Sultan Selim’in hükümdarlığı sırasında başlatılan ve Rumeli'de olduğu gibi Anadolu'dan da asker devşirmeyi öngören yeni bir uygulama nedeniyle İstanbul'a gelişinin ardından, orduya asker yetiştiren Acemi Oğlanlar Ocağı'na giren ve dülgerliği öğrenen Sinan, burada, yapı işlerinde de görev alırken, çağın önde gelen mimarlarının yanında çalışma fırsatını da elde etti.

1514'te Çaldıran Savaşı ve 1516 – 1520 arasında yapılan Mısır seferlerinden sonra, İstanbul'a dönüşünün ardından Yeniçeri Ocağı'na alınan Sinan, Kanuni döneminde, 1521'de katıldığı Belgrad, 1522'deki Rodos seferlerinden sonra subaylığa yükseldi. 1526 yılında, yayabaşı olarak çıktığı Mohaç seferinden sonra, cephane sorumlusu görevi verilen Mimar Sinan, 1529'da Viyana, 1529 - 1532 arasında Almanya, 1532-1535 arasında da Irak’a düzenlenen, Bağdat ve Tebriz seferlerine katıldı. Son Bağdat seferinde, Van Gölü'nün üstünden geçecek üç geminin yapımını başarıyla tamamlaması, Sinan’a haseki ünvanını getirdi. 1536'da Pulya seferlerinin ardından çıkılan, 1538 yılındaki Moldova seferinde, Prut Irmağı üstünde yaptığı bir köprüyle dikkatleri üstüne çekerek, Yüksek Dergah Mimarları Başkanı olan ve 1539’da, Mimar Acem Ali'nin ölümü üzerine onun yerine Saray Başmimarı olan Sinan, ölümüne kadar, güncel devlet sisteminde bayındırlık bakanlığı adını almış bu görevi sürdürdü.

Daha sonra ordunun yapı ihtiyacını karşılamaya yönelik kollarda çeşitli görevler üstlenen ve bu çalışmalarıyla öne çıkan Sinan, katıldığı yapım ve onarım çalışmalarıyla ve orduyla birlikte sefere gittiği yerlerde gözlemlediği farklı mimari yapılarla kendini eğitti.

Osmanlı'nın en güçlü çağında yaşayan ve Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat olmak üzere, üç padişah döneminde mimarbaşılık eden Mimar Sinan, imparatorluğun gücünü simgeleyen mimarlık başyapıtlarının tasarlanıp uygulanmasında en büyük rolün sahibiydi.

Elli yıla yakın süreyi kapsayan, Osmanlı Devleti’nde yaptığı mimarlık görevi boyunca, yapılarında gerçekleştirdiği deneyler ve getirdiği yeniliklerle, zirveye taşıdığı Osmanlı - Türk mimarlığının bireşim sürecini tamamlayarak, arayış aşamasından, klasik döneme geçiren ve hem Doğu, hem Batı ile ilişki içinde oldu. Anadolu ve Akdeniz kültürlerine sahip çıkan bir Osmanlı - Türk İslam mimarlık bileşimi ortaya çıkaran Mimar Sinan, birçoğu İstanbul’da olan, üç yüz elliyi aşkın yapının baş mimarlığını üstlendi.

Devrin Mühendisi, Dünya Mimarlarının Başı

Bu tarzıyla, "ser mimârân-ı cihan ve mühendisân-ı devran, dünyadaki mimarların ve zaman içindeki mühendislerin başı" şeklinde anılan Sinan’ın yapılarının çoğunun, 400 sene sonra bile ayakta duruyor, hatta kullanılıyor olması, onların taşıyıcı sistemlerine olduğu kadar temellerine de özen gösterilmiş olmasındandır. Mimar Sinan’ın klasik dönem olarak adlandırılan mimarlık anlayışı Ayas, Şecca, Acem Ali, Küçük Sinan, Davut Ağa, Ahmet Ağa, Kemalettin, Yusuf Mehmet Ağa, Süleyman Ağa, Muslihittin, Hüseyin Çavuş, Hacı Hasan, İbrahim gibi mimarlar tarafından sürdürülmüştür. İstanbul'un su sorununu çözmekle görevlendirilen Sinan’ın mühendis yanı su yolları ve köprüleri yaparken ortaya çıktı. Bentleri, tünelleri, su yolları ve su yolu kemerleriyle, biriktirme ve dağıtma yapılarıyla, uzunluğu 50 kilometreyi aşan ve Kırkçeşme adıyla anılan su yapılar inşa eden Sinan, bu yapıların bazılarında zamanın mühendislik bilgilerini de aşan çeşitli tasarımlara imza attı.

Hünkâr, paşalar ve özellikle saraya damat olan zengin vezirler tarafından, siyasal gücün aracı olarak kullanılan anıtsal mimari desteklenmesiyle, Mimar Sinan’a bağlı olan Hassa Mimarları Ocağı, devletten her türlü yardımı görerek, rahat bir ortamda çalışma olanağı buldu ve anıtsal yapılar çok kısa süreler içinde inşa edilebildi.

O dönemin Avrupası’nda, Roma’da inşası 160 yıl süren San Pietro Katedrali ve Londra’da, Sir Christopher Wren tarafından, 40 yılda tamamlanabilen St. Pauls Katedrali göz önünde bulundurulduğunda, Sinan’ın, İstanbul’daki Süleymaniye Külliyesi’ni 7, Edirne’deki Selimiye Camisi’ni de 6 yılda tamamlamış olması, 16. Yüzyıl Osmanlı mimarlık ve yapı kurumlarının hızlı ve verimini kanıtlar.

 9 Nisan 1588'de İstanbul'da öldüğünde ardından yüzlerce mimari eser bırakan Mimar Sinan’ın beyaz taşlı, sade bir yapı olan türbesi, Süleymaniye Külliyesi’ndeki, Haliç duvarının önündedir. 1982'de, daha sonradan İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi olmak üzere oluşturulan üniversiteye onun adı verildi.

Eserleri

Mimar Sinan'ın eserlerinden bazıları şunlardır:

Selimiye Camii

Mimar Sinan'ın 80 yaşında yaptığı ve "ustalık eserim" dediği Selimiye Camii, gerek Mimar Sinan'ın gerek Osmanlı mimarisinin en önemli baş yapıtlarından biridir.

Caminin kapısındaki kitabeye göre yapımına 1568 yılında başlanmıştır. Caminin 27 Kasım 1574 Cuma günü açılması planlanmışsa da ancak II. Selim'in ölümünün ardından 14 Mart 1575'te ibadete açılmıştır.

Bir tepe üzerinde bulunan Selimiye'de daha önceki hiçbir camide, ya da antik çağ mabedinde görülmemiş bir teknik kullanılmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerinde yükselmesine rağmen, Selimiye Camii 43,25 metre yüksekliğinde, 31,25 metre çapında, tek bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe 8 sütuna dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur.Kasnak, filayaklarına 6 metre genişliğinde kemerlerle bağlıdır. Sinan, bu şekilde örttüğü iç mekana verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekanın bir kerede kolayca anlaşılmasını sağlar. Kubbe aynı zamanda camiinin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler.

Mimar Sinan'ın 80 yaşında yaptığı ve "ustalık eserim" dediği Selimiye Camii, gerek Mimar Sinan'ın gerek Osmanlı mimarisinin en önemli baş yapıtlarından biridir.


Süleymaniye Camii

Süleymaniye Camii, Kanuni Sultan Süleyman adına 1551-1558 yılları arasında inşa edilmiştir.Mimar Sinan'ın kalfalık devri eseri olarak nitelendirilen Süleymaniye Camii, medrese, kütüphane, hastane, hamam, imaret, hazire ve dükkânlardan oluşan Süleymaniye Külliyesi'nin bir parçası olarak inşa edilmiştir.



Şehzadebaşı Camii

İstanbul'un Şehzadebaşı semtinde Kanuni Sultan Süleyman tarafından Saruhan valisi iken 1543'de 22 yaşında ölen oğlu Şehzade Mehmet adına yaptırılmıştır.

18,42 metrelik kubbesi 4 büyük yarım kubbeye yaslanır. Şadırvan avlusu 12 sütunda 16 kubbelidir. İkişer şerefeli çift minaresi vardır. İmaret ve medrese, tabhane, türbeler cami bahçesinde ve arka sokaktadır.
İstanbul'un Şehzadebaşı semtinde Kanuni Sultan Süleyman tarafından Saruhan valisi iken 1543'de 22 yaşında ölen oğlu Şehzade Mehmet adına yaptırılmıştır.

18,42 metrelik kubbesi 4 büyük yarım kubbeye yaslanır. Şadırvan avlusu 12 sütunda 16 kubbelidir. İkişer şerefeli çift minaresi vardır. İmaret ve medrese, tabhane, türbeler cami bahçesinde ve arka sokaktadır.



Haseki Camii

Haseki Camii, İstanbul'un Fatih ilçesinde Haseki ile Cerrahpaşa semtleri arasında Avratpazarı'nda bulunan Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi Hürrem Sultan tarafından Kanuni Süleyman'ın eşi Haseki Sultan için 1538-1551 arasında tamamlanmıştır.



Mihrimah Sultan Camii

Mihrimah Sultan Camii İstanbul'un Edirnekapı semtinde surların hemen yanında bulunan cami Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan tarafından 1562-1565 yılları yaptırılmıştır.

Dikdörtgen planlı caminin etrafında medrese, mektep, türbe, hamamları vardır. 37 m yükseklikteki kubbe üçer kemere yaslanır, yanlarda ikişer sütun, sağ ve solda 3 kubbe ve mahfelleri bulunur. Mihrap ve minber taş işçiliğiyle yapılmıştır.



Rüstem Paşa Camii

Kanuni Sultan Süleyman'ın vezirlerinden ve aynı zamanda damadı olan Rüstem Paşa için Mimar Sinan'a yaptırıldı (1561). Caminin yerinde önce Halil Efendi Mescidi vardı. Bu mescidin yeri çukurda kaldığı için Mimar Sinan, mescidin altına dükkânlar yaparak bir subasman meydana getirdi. Rüstem Paşa Camii, mescidin yerinde kuruldu.



Sokullu Mehmet Paşa Camii

Sokollu Mehmet Paşa Camii İstanbul'da Unkapanı köprüsünün Galata ayağının dibinde, Azapkapı semtinde yer alan camidir. Mimar Sinan tarafından 1578'de Sokollu Mehmet Paşa adına yapılmıştır. Selimiye Camii stilinde yapılmış olan caminin altı mahzendir. Denize yakın camiler içinde sağlam temellidir. Giriş kapısı köprü tarafında olup caddeden gelinen bir patikadan dönülerek girilir.

Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi, Mimar Sinan'ın İstanbul Kadırga'da Şehit Mehmet Paşa yokuşunda bulunan ve cami ile külliyeden oluşan bir eseri. Sinan'ın en güzel eserlerinden biri sayılır. Üç padişaha sadrazamlık yapan Sırp asıllı Sokollu Mehmet Paşa adına 1571'de karısı tarafından yaptırılmıştır. 1567 yılında Sokullu Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. En önemli özelliği dünyada sadece bir eşinin daha bulunduğu minaresidir. Minare yekpare taştan oyularak yapılmış olup bu tip minare bir de Mısır'da bulunmaktadır.



Kılıç Ali Paşa Camii

Kaptan-ı Derya Kılıç Ali tarafından Tophane semtinde 1580 yılında yaptırılmıştır. Türbe, medrese ve hamamdan oluşan bir de külliyesi vardır.

Kubbenin iki yanındaki yarım kubbeler, diğer iki yanındaki kemerler ve destek duvarlarıyla cami Ayasofya'nın küçük boyutta bir kopyasıdır. Mihrap tarafındaki çiniler İznik'in parlak döneminin ürünüdür. Ayasofya'nın model alınmasının ardındaki sebep bilinmemektedir.

Kara Camii

Kara Camii, Sofya’da 1528 yılında Kanunî Sultan Süleyman’ın emri ile Mimar Sinan tarafından yapılan, 1903 yılında kiliseye çevrilen cami. Bulgaristan'da bügünkü kilise Sveti Sedmochislenitsi Kilisesi olarak bililniyor. İlk önce Koca Mehmet Paşa Camii, sonra İmaret Camii olarak bilinir, sonra minaresinin kara taşlarından dolayı Kara Camii olarak bilinir.



Ahi Çelebi Camii

Ahi Çelebi Camii Fatih ilçesinin Eminönü semtindeki bir camidir. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nin arkasında,
Yoğurtçular sokağındadır. Bu cami Evliya Çelebi'nin "şefaat ya Rasulullah" yerine "seyahat ya Rasulullah" rüyasını gördüğü camidir. Basık kubbeli, taş-tuğla yapımı olup, kubbe kasnağı demirden bir çemberle çevrilidir. Kapısına merdivenlerden çıkılır.



Sinan Paşa Camii

Cami Beşiktaş İskelesi karşısında yer alır. 1550-1553 yılları arasında Osmanlı Donanması'nın Kaptan-ı Deryası olan Sinan Paşa tarafından yaptırılmıştır. Sinan Paşa 1553 yılında öldüğünde cami inşa halinde bulunmaktaydı. O yüzden Sinan Paşa Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Camisi'ne gömüldü. Cami ise 1555 yılında tamamlandı.



Eski Valide Camii

II. Selim'in eşi, III. Murat'ın ise annesi Nurbanu Sultan tarafından Mimar Sinan'a 1583 yılında yaptırılmıştır. Külliye cami, medrese, tekke, sıbyan mektebi, kervansaray, hamam, darülkurra, darüşşifadan oluşur.



Ferhad Paşa Camii

1575 yılında Ferhat Paşa tarafından Çatalca tepesinin eteğine Mimar Sinan'a yaptırılmıştır.



Molla Çelebi Camii

Fındıklı Camii olarak da bilinir. Molla Mehmet Çelebi tarafından 1589'da yaptırılmıştır.



Nişanci Paşa Çelebi Camii

İstanbul'un Fatih ilçesinde Karagümrük semtinde Nişanca caddesindeki cami, 1584-1588 arasında yapılmıştır.



Piyale Paşa Camii


İstanbul'un Kasımpaşa semtindedir. Bu çoksütunlu Mimar Sinan anıtı, 6 kubbeli ve dikdörtgen plandadır. Caminin ortasındaki iki büyük sütuna dayanan kubbelerin ağırlığı duvarlardaki yan direklerle temele iner. Caminin üç tarafı kemer ve tonozludur, minaresi bunların üzerindedir.



Zâl Mahmûd Paşa Câmii
İstanbul'un Eyüp ilçesinde Kanuni Sultan Süleyman'ın veziri Zal Mahmut'un Mimar Sinan'a yaptırdığı cami medrese, türbe, çeşmeden meydana gelen bir külliyedir. Zal Paşa caddesindeki caminin inşa tarihi 1577'dir.



Haseki Külliyesi
Mimar Sinan'ın İstanbul'da yaptığı ilk eserdir. Mimar Sinan bu eseri Hürrem Sultan için yapmıştır.



Mağlova Kemeri - Kemerburgaz

Mimar Sinan tarafından 1554-1562 yılları arasında İstanbul'da, Alibey Deresi vadisi üzerinde yapılmış olan su kemeri bugün Gaziosmanpaşa ilçesi sınırlarında bulunan Cebeci köyü yakınlarındadır.

1563 yılında selden zarar görmüşse de aynı yıl onarılarak eski haline getirilmiştir. Alibeyköy barajının göl suyu yapıtın dörtte birini kaplamaktadır. Kemer İstanbul'a su taşımaya devam etmektedir. Eser dünya su mimarisinin baş yapıtlarından biri olarak kabul edilir.



Büyükçekmece Köprüsü - İstanbul

Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) Zigetvar seferine çıkarken bu köprünün yapımına başlanmış, Sultan II.Selim Zamanında (1566-1574), bir yıl içerisinde de tamamlanmıştır.

Uzun yıllar Büyükçekmece- Mimar Sinan Köyü arasındaki bağlantıyı sağlamıştır. Aynı zamanda da bu köprü Büyükçekmece Gölü ile Marmara Denizi arasında bir geçit niteliğindedir.

Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) Zigetvar seferine çıkarken bu köprünün yapımına başlanmış, Sultan II.Selim Zamanında (1566-1574), bir yıl içerisinde de tamamlanmıştır.

Uzun yıllar Büyükçekmece- Mimar Sinan Köyü arasındaki bağlantıyı sağlamıştır. Aynı zamanda da bu köprü Büyükçekmece Gölü ile Marmara Denizi arasında bir geçit niteliğindedir.



Silivri Köprüsü - İstanbul

Silivri Köprüsü 348.00 m. uzunluğunda 32 gözden meydana gelmiştir. Alçak bir vadide oldukça uzun oluşundan ötürü de köprü gözleri mimar Sinan’ın diğer eserlerinde olduğu gibi sivri kemerli olmayıp hafifçe basık kemerlidir.



Mustafa Paşa Köprüsü - Meriç Nehri üzerinde

Bugün Bulgaristan sınırları içerisinde kalan Svilengrad'da Meriç nehri üzerine inşa edilmiştir.

Mimar Sinan'ın önemli eserlerinden biri olan köprü 1529 yılında tamamlanmış, 1766'daki su taşkınlarıyla zarar görse de 1809 yılında yeniden inşa edilmiştir. 20 kemerden oluşan köprü 300 m. uzunluğunda ve 6 m. genişliğindedir. Günümüzde Svilengrad şehrinin simgesi haline gelmiştir.



Sokullu Mehmed Paşa Köprüsü - Tekirdağ

Tekirdağ İli Çorlu İlçesinde bulunan köprü bir Mimar Sinan eseridir. Günümüzde araç ve yaya trafiğine açık bir şekilde köprü özelliğini sürdürmektedir. Geçirdiği onarımlardan sonra özgünlüğünü büyük ölçüde yitirmiştir. 5 kemerli köprünün 2 tanede hafifletme gözü vardır.



Drina Köprüsü - Bosna Hersek

Sokullu Mehmet Paşa adına 1577'te Drina Irmağı üzerine yapılan 11 gözlü köprüdür. Drina Irmağını kuzey-güney doğrultusunda keser. Eni 7 metreden biraz geniş, uzunluğu 180 metreye yakın olan Drina Köprüsü büyük kesme taş bloklardan yapılmıştır. Özellikle ülkede yaşanan iç savaş döneminde ciddi hasar gören köprünün bulunduğu nehir üzerine yapılan baraj nedeni ile bölgedeki su rejiminin değişmesi sonucu temellerinde ve ayaklarında önemli hasarlar ortaya çıkmıştır.



Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü - İstanbul

İstanbul'u Avrupa'ya bağlayan tarihi ticaret yolu üzerinde, Büyükçekmece Gölü'nün Marmara Denizi ile birleştiği noktada yapılmıştır.

İstanbul'a 36 km uzaklıkta yer almaktadır. Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) Zigetvar Seferi'ne çıkarken, ordunun, Büyükçekmece Gölü ile denizin birleştiği bu noktadan sallarla karşıya geçmekte çok zorlanması üzerine buraya köprü yapılmasını emretmiştir. Ancak Kanuni Sultan Süleyman, Zigetvar Kuşatması'nda öldüğü için köprü, oğlu II. Selim zamanında, 1567 yılında tamamlanmıştır.



Kervansaray - Büyükçekmece

Kanuni Sultan Süleyman tarafından Zigetvar seferine çıkarken, inşa ettirilmiştir.



İbrâhim Paşa Sarayı - Atmeydanı

Kanuni Sultan Süleyman'ın damadı ve ilk veziri olan Damat İbrahim Paşa'ya ait İstanbul Sultanahmet Meydanı'nda bulunan saraydır. Daha önce At Meydanı Sarayı olarak bilinen yapı İbrahim Paşa'nın Kanuni'nin kızkardeşi ile evlenmesinden sonra İbrahim Paşa Sarayı olarak anılmaya başlanmıştır. Günümüzde Türk ve İslâm Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır.

16. Yüzyıl Osmanlı sivil mimari örneklerinin en önemlilerinden olan İbrahim Paşa Sarayı, Roma Dönemine uzanan tarihi hipodrum'un kademeleri üzerinde yükselir.

Süleymâniye Medreseleri - İstanbul




Rüstem Paşa Medresesi - İstanbul



Vâlide Sultan Medresesi - Üsküdar


Sokullu Mehmed Paşa Dârülkurrâsı - Eyüp


Ser Mimârân-ı Cihan Mimar Sinan Eserleriyle Yaşıyor..

Bu bilgilendirme yazısını mailime gönderen, büyük üstad Koca Sinan hakkındaki bilgi ve farkındalığımı artıran gönül dostum Mehmet Yağcı'ya teşekkür ediyorum.

Bende yazıyı bloguma taşıyıp sizlerle paylaşmak istedim.

Daha detaylı bilgi için bazı linkler;
http://tr.wikipedia.org/wiki/Mimar_Sinan
http://www.sinanasaygi.org/
http://www.turkcebilgi.com/mimar_sinan/ansiklopedi
http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=315

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin.

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »


Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı...

Bulduğu hiçbir yanıt ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş, ama aldığı yanıtlar da ona yetmemiş. Fakat mutlaka bir yanıtı olmalı diyormuş.. 

Vee dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş.. Köy, kasaba, ülke dolaşmış, bu arada zaman durmuyor tabii ki..

Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona; 

"Şu karşı ki dağları görüyo rmusun? Orada yaşlı bir bilge yaşar, istersen ona git. Belki O, sana aradığın yanıtı verebilir." demişler.

Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş.

Bilge; "Sana bunun yanıtını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor." demiş.

Adam kabul etmiş. Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağı doldurmuş. 

"Şimdi çık ve bahçede bir tur at, tekrar buraya gel… Yalnız dikkat et, kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin, eğer bir damla eksilirse kaybedersin…"

Adam, iki gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş. Bilge bakmış "Evet" demiş. "Kaşıkta yağ eksilmemiş."

"Pekiyi bahçe nasıldı?" diye sormuş.

Adam oldukça şaşkın bir şekilde; "Ama ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki…" demiş.

Bilge "Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun, kaşık yine elinde olacak ama bu sefer bahçeyi inceleyip gel." demiş 

Adam tekrar bahçeye çıkmış, gördüğü güzellikler karşısında büyülenmiş adeta, muhteşem bir bahçeymiş çünkü… 

Geri geldiğinde bilge, adama "Bahçe nasıldı?" diye sormuş…

Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini, hayran kaldığını anlatmış. 

Bilge gülümsemiş "Ama kaşıkta hiç yağ kalmamış.’’ demiş ve eklemiş;

‘‘HAYAT SENİN BAKIŞINLA ANLAM KAZANIR. YA SADECE BİR NOKTAYI GÖRÜRSÜN, HAYATIN AKIP GİDER, SEN FARKINA VARMAZSIN… YA DA GÖREBİLECEĞİN TÜM GÜZELLİKLERİN TAM ORTASINDA HAYATI YAŞARSIN, AKIP GİDEN ZAMANIN ANLAM KAZANIR…

İŞTE HAYATIN ANLAMI SENİN BAKIŞLARINDA GİZLİDİR."

Okumak için tıklayınız.

Bu anlamlı kıssayı daha önce okumuştum. Sağ olsun, var olsun, bir gönül dostu mail olarak atınca blogumda siz değerli okurlarımla da paylaşmak istedim..

Hayatımızın anlamını hakkıyla anlamak ve ona göre yaşamak dileğiyle...

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz.. 
Devamını Okuyun »


Zafer; imkansızlıklar arasında kazanılandır, doğru orantılarla değil, orantısızlıklar içinde ters orantılanandır. Zafer kelimesinin nice karşılığını defalarca öyle güzel gösterdi ki ecdadımız; onlar tarih yazdı, destanlar yazdı, zaferler yazdı..

Malazgirt, Sırpsındığı, Kosova, Niğbolu, İstanbul’un Fethi, Çanakkale, Sakarya, Dumlupınar ve daha niceleri.. Evet, başkaları değil bu destanları bir bir bizim atalarımız, bizim ecdadımız yazdı.

İşte bunlardan destanlardan birisi de Çanakkale Zaferi..  Ancak Çanakkale Zaferini anlatmaya kalkışmayacağım.. Haddimi biliyorum, çünkü bizzat yaşayan üstâdlar, dönemin usta kalemleri zaten öyle bir anlatmışlar ki.. Etkilerinde olduğum o şiirleri, o anlatımları taklit etmekten öteye geçemeyeceğimi çok iyi biliyorum..

Niyetim bu seferlik bardağa biraz da boş tarafından bakmak, farkında olmadıklarımıza ilk kez, farkında olduklarımıza da yeniden dikkat çekmek istiyorum. Geçmişimden gururluyum, geleceğimden oldukça umutluyum… Ama şimdiden şikâyetçiyim..

Atalarımızın onca kahramanlıklarına rağmen; biz, ecdadın evlatları ve torunları olarak okuyabiliyor muyuz bu destanları ? Bakın destanlara yenilerini eklemekten, yeni yeni destenlar yazmaktan söz etmiyorum.. Yazılmışları hak ettiğince okuyabiliyor muyuz, anlayabiliyor muyuz ?

Ecdadımız kendisine yönelen tehlikeleri doğru okuyup, doğru yorumlayıp, doğru anlayıp doğruları yapabilmiş. Yaşadıkları dönemlerde ne yapmaları gerekiyorsa onu yapmışlar. Çoğunlukla savaşmak gerekmiş savaşmışlar, fethetmek gerekmiş fethetmişler, direnmek gerekmiş direnmişler… Hem de dünyada eşi görülmemiş şekillerde.. Onlar tüm değerlerine, dinlerine, kültürlerine ve benliklerine sahip çıkmışlar ve bu uğurda üzerlerine düşeni fazlasıyla yapmışlar aslında..

Gelelim bize…

Değişmeyen bir takım evrensel kavramlar haricinde Dünya sürekli değişiyor, bir dönemin insanları sıcak savaş içinde yaşarken, başka bir dönemde yalancı barış naraları atılabiliyor…

Bir şeyler hakikaten değişiyor.. Yöntemler değişiyor, kılıflar değişiyor.. Yarım asır öncesine kadar var olan savaş yöntemleri, yerini farklı farklı işgal ve sömürge yöntemlerine bırakıyor bir bir… İnsanlık yöntemlere bağışıklık kazandıkça yenilerini üretiyor sürekli. Öyle ki; devletler arası direk müdahalelerin çoğunluğu artık günümüzde dolaylı yollardan yapılıyor.. Birileri uyutuyor, birileri de maalesef uyutuluyor..

Hani “delikli demir icat oldu, mertlik bozuldu” demiş ya eskiler, aslında pek çok şey çıkalı yine pek çok şey bozuldu.. Ben bu yazıyı yazarken ve siz bu yazıyı okurken çıkan pek çok şey, pek çok değişime önayak olacak ve doğru algılayıp doğru kullanmazsak pek çok şeyimizi bozmaya çalışacak..

Aman ha, değişim ve yenilik karşıtı olduğumu sanmayın, ben yeniliklerin, buluşları ve değişimlerin getirdiği yanlışların, bozulmaların karşısındayım..

Her şey bu denli bozulurken ve bozulmaya müsait hale ge(tiri)lirken, ya bütün bozulanlar arasında kalan benliğimiz… kimliğimiz… kişiliğimiz… ?

Okuyan, sorgulayan, üreyen ve üreten, geliştiren ve gelişen, kısaca her anlamda aktif bir milletin, nasıl da böylesine pasif olmasına göz yuman, belki de katkı yapan, çaresiz kalan kişiliğimiz…

Ve benzer kişiliklerin oluşturduğu bir toplum… Kısacası etkin değil edilgen bir toplum.. Üreten değil tüket(tiril)en bir toplum.. Bırakın yazmayı doğru dürüst okumayan, bilinçli konuşmayan, kulaktan dolma konuşan bir toplum.. Dinine, diline, benliğine sahip çık(a)mayan bir toplum…

95. yılını gururla andığımız 18 Mart Çanakkale Zaferi yıl dönümünde lütfen biraz düşünelim…

Evet.. Çanakkale geçilmezdi, geçilemezdi ve nitekim geçilemedi de.. Çünkü o zamandan bu zaman çok şey değişti… Toplum yapımız değişti, hatta benliğimiz de değişti..

Ve soruyorum size; üzerimize oynananlar karşısında, değişimlerle birlikte geliştirilen her türlü yozlaştırma ve başkalaştırma hamlelerine karşı benlik kalelerimiz ne kadar sağlam ? Tüm bu değişimler karşısında pasifleşen benliğimizin kaleleri ne kadar geçilmez ?

18 Mart Çanakkale Şehitlerimizi rahmetle anıyor ve millet olarak içinde bulunduğumuz durumu da hakikaten düşünelim istiyorum…



Uzun zaman sonra bir makale yazmış oldum. Devamı da gelir inşaalllah. Sonraki yazılarımda ve paylaşımlarımda tekrar görüşmek üzere..
Selam ve Dua ile.
Devamını Okuyun »



Çanakkale Şehitlerine

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? 
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. 
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- 
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. 
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! 
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı' 
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, 
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! 
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, 
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer. 
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında, 
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! 
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: 
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. 
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... 
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ! 
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil, 
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil, 
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; 
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. 
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... 
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. 
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, 
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. 

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; 
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; 
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; 
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. 
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, 
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. 
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; 
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... 
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, 
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak. 
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, 
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. 
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, 
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre. 
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... 
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! 
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; 
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman? 
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? 
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm. 

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, 
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer; 
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi; 
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi. 
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: 
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek. 
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... 
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, 
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, 
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! 
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! 
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. 
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... 
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. 
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? 
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın. 
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... 
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. 
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına; 
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; 
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, 
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; 
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, 
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; 
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, 
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, 
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; 
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; 
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... 
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. 
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, 
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i, 
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... 
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, 
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; 
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; 
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât, 
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... 
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, 
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy
18 Mart Çanakkale Zaferi münasebetiyle zaferimizi ve şehitlerimizi analım istedim..

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »



Günün birinde bir "gülle", "su" karşılaşır ve arkadaş olurlar. İlk önceleri arkadaşlık olarak devam eder bu durum. Tabi ki, zaman lazımdır birbirini tanımak için...

Gel zaman git zaman "
gül" o kadar mutlu olur ki bu arkadaşlıktan ve birliktelikten, mutluluktan içi içine sığmaz artık anlar ki "suya aşık" olmuştur! Hayatında ilk kez aşık olan "gül", burcu burcu açar ve etrafa kokular saçar; "suya" dönüp der ki birgün:

Sevgili su, seni sevdiğim için böylesine değiştim, açtım ve etrafa kokular saçtım, yalnızca seni sevdim diye...

Öyle zaman gelir ki, artık "
su" da içinde "güle" karşı birşeyler hissetmeye başlar. Zanneder ki, güle aşık oldum. Günler ve aylar birbirini kovalar ve gülü sevdiğini zanneden su, artık eskisi kadar ilgilenmez gül ile. Gül ise;

Acaba su beni artık sevmiyor mu?” diye düşünmeye başlar.

Çünkü suyun kendisine olan bu ilgisizliği onu üzmeye başlamıştır. İçin için bu soruyu sorar kendine. Bir gün, gül suya der ki:

Biliyor musun ben seni cok seviyorum!” Su:

Ben de seni seviyorum” der.

Aradan zaman geçer ve gül yine suya:

Seni seviyorum...” der...

Su sıradan bir ifadeyle:

Ben de...” der ama gül bu sözde sevgiyi hissedemez. Bu sıradanlaşma, gittikçe sürer ama gül sabırla hep “Seni çok seviyorum ” der suya...

Fakat, öyle bir duruma gelir ki gül, etrafa o güzel kokuyu saçamaz ve burcu burcu açan dalları solmaya yüz tutar. Kendini toparlayarak ve son kez suya:

Biliyor musun seni hala çok seviyorum!” der göz yaşları içerisinde... Su da ona döner ve yine o bildik ironik ve umursamaz edası ile:

Üfff söyledim ya ben de seni seviyorum diye!” der.

Gün gelir gül yataklara düşer. Çok hastalanmıştır gül, rengi solmuş çehresi sararmıştır. Yataklardadır artık. Su ise başında bekler gülün, yardımcı olabilmek için.

Ama bellidir ki artık gül ölecektir Ve son kez zorlukla başını döndürerek suya der ki:

Biliyor musun seni ben gerçekten seviyorum ve senin bilemediğin kadar sevdim üstelik!

Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır. 
Nedir sorun diye doktora sorar. Doktor muayene eder gülü. Muayeneden sonra şöyle der:

Hastanın durumu ümitsiz, artık elimizden birşey gelmez” Su, merak eder kendisini bu kadar çok seven gülün ölümüne sebep olan hastalığı ve sorar doktora:

Hastalığı nedir ki sevgili dostumun?

Doktor şöyle bir bakar suya ve der ki:

Gülün bir hastalığı yok dostum, hiç dikkat etmemişsin galiba sevgili dostuna, bu gül sadece "susuz" kalmış, ölümü onun için” der.

Ve anlar ki su artik, sevgiliye sadece seni seviyorum demek yetmemektedir.



"Seni Seviyorum" cümlesini kalbinizin en derininden gelerek söyleyebilmeniz, söylerken de bunu iliklerinize kadar hissedebilmeniz ve tüm bunları muhatabınıza gösterebilmeniz dileğilye... ;)

Sonraki paylaşımında tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »


Bir gün, bir kozada küçük bir delik açıldı ve bir adam bedenini bu küçücük delikten çıkarmaya çalışan kelebeği seyretmeye başladı ve saatlerce seyretti.

Sonra, kelebek sanki daha fazla ilerlemek istemiyormuş gibi durdu. Sanki, ilerleyebileceği kadar ilerlemişti ve artık daha fazla ilerleyemiyordu. Adam, kelebeğe yardım etmeye karar verdi. Eline bir makas aldı ve kozayı titizlikle keserek deliği büyüttü.

Kelebek kolayca dışarı çıktı. Fakat  kocaman bedeni yanında kanatları kuru ve buruşuktu.

Adam, kelebeği izlemeye devam etti, çünkü zamanla kanatlarının büyüyüp bedenini taşıyabilecek kadar genişleyebileceğini umut ediyordu.

Fakat bu olmadı!

Gerçekte, kelebek ömrünün geri kalanını o kocaman bedeni ve kuru, buruşuk kanatları ile etrafta sürünerek geçirdi. Uçmayı hiç başaramadı...

Adamın bu aceleci iyiliği içinde anlayamadığı, bu kısıtlayıcı kozanın ve kelebeğin o küçücük delikten dışarı çıkmak için verdiği mücadelenin, kelebek için  gerekli olduğuydu. Çünkü bu, yaşam sıvısının kelebeğin bedeninden kanatlarına doğru akmasını sağlamak için Allah'ın (c.c.) vesile buyurduğu yoldu. Böylece kelebek kozadan kurtulduğu anda uçmaya hazır olabilecekti. 

Bazen mücadeleler, hayatımızda tam olarak gerek duyduğumuz şeylerdir. Eğer Allah (c.c.), hayatımıza hiçbir  engelle karşılaşmadan devam etmemize izin verseydi sakat kalırdık. Şimdi ve daha sonra olabileceğimiz kadar güçlü olmazdık. Asla uçamazdık...

Güç istedim...  Ve Allah beni güçlü yapmak için karsıma zorluklar çıkardı.

Bilgelik istedim...  Ve Allah bana çözmek için sorunlar verdi.

Zenginlik istedim...  Ve Allah çalışmak için bana beyin ve güçlü kaslar verdi.

Cesaret istedim...  Ve Allah üstesinden gelmem için bana tehlike verdi.

Sevgi istedim...   Ve Allah yardım etmem için sorunlu insanlar verdi.

İyilik istedim... Ve Allah bana fırsatlar verdi.  

İstediğim hiçbir şeyi elde etmedim. 
İhtiyacım olan her şeyi elde ettim.


Mailime gelen bu güzel yazıyla son günlerde şunu farkettim ki; şu hayat kitabında şiir ve makale başlıklarını önceden atmaya çalışıyorum... Halbuki bu çaba, bu acele niye? Önce makaleni/şiirini hele bir yaz, sonra iyice oku ve ondan sonra hakettiği başlığı at...Kısacası bazı şeyleri akışına bırak. Bırak ki yaratıcının taktir ettiği ve eninde sonunda varacağı yolu en güzel şekilde bulsun...

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »



UYAN EY GÖZLERİM GAFLETTEN UYAN 

Uyan ey gözlerim gafletten uyan.. 
Uyan uykusu çok gözlerim uyan.. 
Azrail'in kasti canadır inan, 
Uyan ey gözlerim gafletten uyan.. 
Uyan uykusu çok gözlerim uyan.. 

Seherde uyanırlar cümle kuşlar, 
Dilli dillerince tespihe baslar.. 
Tevhit eyler dağlar,taslar,ağaçlar.. 
Uyan ey gözlerim gafletten uyan.. 
Uyan uykusu çok gözlerim uyan.. 

Semavatin kapularin açarlar, 
Müminlere rahmet suyun saçarlar, 
Seherde kalkana hülle biçerler, 
Uyan ey gözlerim gafletten uyan.. 
Uyan uykusu çok gözlerim uyan.. 

Bu dünya fanidir sakin aldanma, 
Mağrur olup taç-u tahta dayanma, 
Yedi iklim benim deye güvenme, 
Uyan ey gözlerim gafletten uyan.. 
Uyan uykusu çok gözlerim uyan.. 

Benim,murat kulun,suçumu affet.. 
Suçum bağışlayub günâhım ref'et.. 
Resul'un sancağı dibinde hasret, 
Uyan ey gözlerim gafletten uyan.. 
Uyan uykusu çok gözlerim uyan.. 

III. Murat Han (Osmanlı Padişahı)

Sözleri III. Murat Han'a, bestesi Ali Ufki Bey'e ait olan bir ilahi olup III. Murat Han bu ilahiyi kaçırdığı bir sabah namazı sonrası yazmış..

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşmek üzere.

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz.. 
Devamını Okuyun »



Sevdiklerimin, dostlarımın, bu yazıyı okuyan siz değerli okurlarımın ve tüm İslam aleminin mübarek  Mevlid Kandilini tebrik ediyor, tüm dünya için hayırlara, barışa, huzur ve mutluluklara, maddi manevi her manada kurtuluşlara vesile olmasını yüce Allah (c.c.) 'tan niyaz ediyorum.

Diyanet İşleri Başkanlığımızın  Mevlid Kandili Mesajını buradan okuyabilirsiniz.

Sonraki paylaşımlarım tekrar görüşene dek  dilinizden duayıhayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Mevlid Kandiliniz Mübarek Olsun ! :) 

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »



İzleyince etkilendim ve paylaşmak istedim..

Okurlarımdan "Eskisi gibi uzun makaleler yazmıyor, site/servis tanıtımları yapmıyorsunuz, kısacık paylaşımlar yapıyorsunuz!"  diye veryansınlar geliyor.. Eksik olmayın, var olun.. Ama ne zaman kaybettiğim kendimi, aradığım o limanda bulursam işte ondan sonra öyle makaleler yeniden gelir ;) Bu, o zamana kadar hiç makale yazmayacağım anlamına gelmiyor elbette, ama genellikle böyle az ve öz olacak paylaşımlarım... 

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »



Hz. İbrahim Peygamber misafirsiz pek oturmazmış sofraya.. Ne vakit yemek yiyecek olsa birisi olsun, bir kaşık daha konsun istermiş.. 

Bir gün akşam vakti sofra hazırlanmış, kimsecikler yok, bekliyor bir misafir gelse de yemek yesek. Yine gelen giden yok, çıkmış hani birini bulabilir miyim diye.

Bakmış ihtiyar bir adamcağız, 70-80 yaşlarında. Onu davet etmiş; "Baba gel, beraber yemek yiyelim" demiş. 

Oturmuşlar sofraya, ihtiyar kaşığını uzatmış, tam alırken besmele çekmediğini farketmiş Hz. İbrahim.
"Baba, besmele çekmedin, Allah'ın adıyla niye başmaladın" deyince; "Evlat, ben mecusiyim" diyor, "Ateşe tapanlardanım."

O zaman Hz. İbrahim biraz müteessir olmuş, "Kusura bakmayın" demiş, "Ben bu yemeği sizinle paylaşamam, biz hanif dinindeniz, ben sizi yolcu edeyim." diyerek nazikçe uğurlamış ihtiyarı.

Cenab-ı Hak o zaman Cebrail Aleyhisselam'ı gönderip Hz. İbrahime diyor ki; 
"Ne yaptın sen, o benim kulum" diyor, "onu Ben yarattım. Bana inanmadığını bile bile 80 yıldır ona rızık verdim, ekmek verdim, aş verdim, sağlık verdim, sıhhat verdim, evlat verdim, torun torba verdim. Ama sen bir lokma ekmeği çok gördün."

Cebab-ı Hak öyle deyince Hz. İbrahim koşmuş ihtiyarı aramaya, bulmuş, "Baba, durum böyle böyle..

İhtiyar şaşırmış, "Evlat o nasıl bir dindir ki; Allah benim gibi bir ihtiyar yüzünden peygamberini azarlıyor, ikaz ediyor. Ne güzel bir dindir. Nasıl girilir sizin dininize?" deyip oracıkta müslüman olmuş..


Tam da gaddarlaşmaya başladığım bir dönemde bu muhteşem kıssaya rastlayıp izlemem kısmet oldu :)

Tahammül, sabır, anlayış ve hoşgörü...

Oysaki ne kadar kolay kibrimize, nefsimize ve cehaletimize yenik düşüyoruz ve düşüyorum..


Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »



İşte gidiyorum.. bir şey demeden,
Arkamı dönmeden, şikayet etmeden,
Hiçbir şey almadan, bir şey vermeden,
Yol ayrılmış, görmeden gidiyorum...

Ne küslük var ne pişmanlık kalbimde,
Yürüyorum sanki senin yanında,
Sesin uzaklaşır herbir adımda,
Ayak izim kalmadan gidiyorum...

Gerdiğin tel kalbimde kırılmadı,
Gönülkuşu şarkıdan yorulmadı,
Bana kimse sen gibi sarılmadı,
Işığımız sönmeden gidiyorum...

Gelmesini bildiği gibi gitmesini de bilmeli.. 

Nur içinde yat Kazım üstâd, ruhun şâd olsun..

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »



Hadi bugün O’na (Celle Celaluhu) sevgini göster! 
Bugün sevgililer günü ya… 
O’nun için bir şey yap! O’na kendini beğendir bugün! 
“Seviyorum” diyorsun ya… 
Hadi göster sevgini!.. 
O neyi seviyor, neyi sevmiyor öğren!

Ve.. Sev O’nun sevdiklerini, sevmediklerinden uzaklaş!
Ki, O da sevsin seni…
Seven elbet sevilir ama, lafta kalmasın sevgin…
Hadi bugün O’na göster sevgini!..

Sevgililer günü ya bugün..

Bilirsin, seven hep sevdiğini anlatır,
“Bülbülün yüz hikâyesi varmış, hepsi de gül üstüne..”
Bugün, ulaşabildiğin herkese O’nu anlat!
O’nu ve O’nun en sevdiğini(Sallallahu aleyhi ve sellemi)…
Telefonla, yüzyüze, kavlen ve fiilen O’nu anlat!
O, sana senden de yakın olanı..
O, seni senden de iyi bileni..
O, sen O’nu bıraksan da seni asla bırakmayanı..
O, en güzel sevda türküsünü, ölümsüzlük bestesini…
Sevgililer günü ya bugün..

Bilirsin, seven hep sevdiğini düşünür ya..
Bugün sen de hep O’nu düşün!
O’nun hoşuna gidecek bir şey yap! Memnun et O’nu..

Meselâ;
Şimdiye kadar isteyip te yapamadığın bir emrini uygula bugün!
Kılamıyorsan, bugün namaza başla!

Meselâ;
“Kur’anı mutlaka öğreneceğim” de!
Biliyorsan, öğretmek için bir talebe bul kendine!
Bir ayet ezberle ve uygula onu!..
Bugün bir hadis öğren ve öğret!..

Meselâ; bugün Sevgilini en az bir kişiyle tanıştır!
Hiç tanımadığın birine selam ver O'nun için!
Bir yetimin başını okşa! Bir çocuğu sevindir bugün!

Meselâ;
İşyerine giderken O’nu hatırlatacak bir tatlı götür bugün,
Ya da çal komşunun kapısını, yüreğini bölüş,
O’nu anlat bu vesileyle..
Bugün O’nun için birşey yap!
Ama yalnız O’nun için.. Nefsini hiç karıştırma!
Cennet hesapları yapma mesela bugün, karşılık bekleme!
Pazarlıksız, riyasız yap her yaptığın…

Bugün şöyle bir düşün!
Sevdiklerine ve hatta sevmediklerine,
Ne kadar çok vakit ayırabiliyorsun?..
Fanî dediğin şu dünya için ne kadar çok çalışıyorsun?..
Yarım saat sürecek bir ziyaret için,
On dakika sürecek bir yemek için, mutfakta ne kadar kalıyorsun?..
Nazlıca ağlayan yavrunun sesiyle nasıl fırlarsın yatağından, o soğuk gecede?..
İşverenin ay sonunda vereceği üç kuruş için nasıl kahredersin kendini?..
Sınıfını geçebilmek için, iyi not alabilmek için, nasıl geceni gündüzüne katarsın?..
Eşini, çocuklarını, anneni, babanı, nişanlını memnun etmek için nasıl da çırpınırsın…
Bütün bunlar ve senin de ekleyebileceğin dahaları için yaptıklarının,
Söyle, yüzde kaçını Allah için, Habibullah için yaptın bugüne kadar?..

Evet bugün sevgililer günü olsun..
Sen de buluş Sevdiğinle bugün!
At kendini seccadeye, bir tövbe et, dönmemecesine..
O’nun sevmediği herşeye ama herşeye “elveda” de!
Gözyaşların hediye olsun O’na..
Gözyaşların ve zaten O’nun olan yüreğin..
Bugün ve her gün!

Tekrar anlatımına sağlık sevgili Asım Yıldırım ve yüreğine sağlık paylaşıma vesile olan kişi...

Bu sevgililer gününde paylaşalım bu ilahi sevgiyi..

Sonraki paylaşımlarımda görüşene dek Ebedi Sevgiliye, Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..

Sevgiler, Saygılar.
Devamını Okuyun »


Ağzına, yüreğine sağlık sevgili Asım Yıldırım.


Görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler..! 

Sonraki paylaşımlarımda tekrar görüşene dek her şeye rağmen; hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin ;)

Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »



Fakir bir çoban, padişahın kızına aşık olmuş. Herkes "Davul bile dengi dengine, senin ne haddine padişah kızı istemek!" demiş. Bu ümitsiz sevdasını gidip memleketin meşhur dervişine anlatarak yardım istemiş. 

Derviş: “Evladım, bu iş zor, vazgeç bu sevdadan." demiş.

Çoban: "Vazgeçemem! Ne olur bi çare bul!" diye ısrar edince,

Derviş: "Şehrin girişinde, tam yol ağzına otur, kim ne derse desin sadece ''Allah'' diye cevap ver.” demiş.

Çoban denileni yapmış. Günlerce, aylarca şehrin girişinde başka hiçbir kelime konuşmadan “Allah” demiş. 

Derviş, yiyeceğini, içeceğini her gün getiriyormuş. “Allah” diyen genç halk arasında meşhur olmaya başlamış. 

Nihayet bir gün padişah da genci merak etmiş. Dervişten genç hakkında bilgi istemiş. Derviş, gencin devrin büyüklerinden olduğunu söylemiş. 

Padişah, kalkıp genci ziyaret etmiş. “Kimsin? Derdin ne? Ne istersin?” demiş ise de, genç padişaha karşı da “Allah” demekten vazgeçmemiş. Başka tek kelime konuşmamış.

Derviş akşam gencin yanına gitmiş ve "Padişah sana 'Kızımı vereyim?' diyene kadar sen ondan sakın ha bir istekte bulunmayasın!" diye tembihte bulunmuş. 

Nihayet bir gün padişah tekrar gelip: “Ne istiyorsun, istiyorsan seni kızımla evlendireyim?" deyince, 

Genç, dervişin şaşkın bakışları altında: “Yok” demiş ve şöyle devam etmiş; “Artık onu istemiyorum. Ben başka bir hatıra ''Allah'' dedim. Allah (c.c.) devrin padişahını ayağıma getirip, benim gibi miskin bir gence kendi kızını teklif ettirdi.  O'nun hatırına "Allah" deseydim kim bilir ne olurdu? Ben bundan böyle O'ndan başkasını anmıyor ve O'ndan başkasını istemiyorum..” 
Nasip edecekse kuluna kelâmının lezzetini,
Bahane eylermiş yüce Mevla padişah kızını.
Kelâmının lezzetine bahane kıl bu dünyevi aşkımı,
Ey Yüceler Yücesi, esirgeme bu kulundan ilahi aşkını...

Sonraki yazımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin.

Tekrar Paylaşmak Üzere,
Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »


Bir anne evlenmek üzere olan kızına tavsiyelerde bulunuyormuş.

'Son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum' demiş. Mutfağı ve yemek yapmayı bilen gelinlik kız 'Olur' demiş kendine güvenerek.
 
Anne, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış. 'Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana' demiş kızına.. Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş...

Kızı hepsinden ikişer tane vermiş annesine... Anne iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş.

Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış. Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş kızını.Yemek masasında üç tabak duruyormuş. Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş.

Sonra kızına dönüp sormuş: 'Ne görüyorsun?'

Kızı gözlemlerini açıklamaya başlamış;

'Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış.
Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış.
Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler.. '


Sonra anne başlamış tavsiyelerini sıralamaya;

'Evlilikte aşk ve şefkat birlikte olmalıdır.  

Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler.
 
Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar.
 
Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler. Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler.'


Kızı aldığı bu dersten tatmin olmak üzereyken, 'Asıl ders bu değil!' demiş anne. Kızının elinden tutmuş, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları göstermiş;

'Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak... İkisinde de bir tat yok.'

Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşaltmış. Mis gibi taze kahve kokan fincanı kızına uzatmış ve 'İçmek istersin herhalde?' demiş.

Kızı kahvesini yudumlamaya başlamış ve şu cümleler dökülmüş dilinden;

'Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur verici. Herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi... Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar.'

Bu paylaşımımda takip etmekten kendimi alamadığım bir forumdan alıntı yaptım. Alıntı ama ne alıntı! :) Paylaşımın orjinalinde başrollerde baba ve oğul vardı. Ben de babanın yerine anneyi, oğulun yerine de kızı koyarak paylaşayım dedim :)

Şaka bir yana, ideal bir çift olabilmek için her iki tarafta da karşılıklı olması gereken iki özellik, iki güzellik bunlar..

Aşk... ve  Şefkat...

Tabi bu özelliklerin karşı tarafta olup olmadığına dair kararı; acele etmeden, önyargılara kapılmadan, birlikte vakit geçirerek vermek lazım...

Sonraki yazımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin.

Tekrar Paylaşmak Üzere,
Allah'a (c.c.) Emanetsiniz..
Devamını Okuyun »



Vakit akşam, gün ölmek üzere
Güneş ışıklarını topluyor, kızılca kıyameti kopuyor dünyanın
Kara kefenini giyiniyor gün
Gülün rengi soluyor, eşyanın cezbesi gidiyor
Hatırla ki, senin de akşamın olucak bir gün
Ömrünün ışıkları solacak, hayatının perdesi çekilecek
Senin de kıyametin kopacak, dudaklarında donacak gülüşün güneşi
Zaman uçurumun olacak, gelen günün güneşi, sana doğmayacak
Unutulacaksın, ve hatta unutulduğun bile unutulacak..

İsmin anılmayacak orda burada,
Kimse yolunu gözlemeyecek
Kimse evde beklemeyecek
Şimdi akşam, gün akşamladır unutma
Ölmeden önce bil öleceğini ki, yaşadığını fark edesin, yaşatıldığını..

Herkesin senden uzaklaşacağı ölüm anını hatırla ki
Sende, şimdi, herkesten her şeyden uzaklaşıp, Rabbine yanaşasın
Seni, sen yokkende bilen Rabbin seni, sen öldükten sonra da bilicek elbet
Herkesin unuttuğu yerde seni bir O, hatırlayacak
Herkesin unuttuğu yerde seni, bir O, anacak
Hatırını yalnız O, bilecek
Sende O’nu an şimdi,
Sende O’nun hatırına var secdeye

Ve akşam, ikindinin sapladığı hançer, akşamın ufkunda nasıl da belli oluyor
Ufuklar kızardı, hüsranımızın kanı dışarı sızdı akşam,
Gül akşamdı, güller solmak üzere açıldı
İnsan doğar ve ölür,
Ötelere çevirir yüzümüzü akşam
Yıldızlar dünyadan sonrasını muştular gibi başlarını uzatır
Işıklar kayıplarımızın gittiği yeri, sevdiklerimizin gittiği yeri işaretler
Anlarız ki dünya, dünya dan ibaret değil
Anlarız ki kalıcağımız yer burası değil
Anlarız ki bulduğumuzu yitirmeden yitiklerimizi bulmak mümkün değil

Tahiyyata otur şimdi, ve gözlerini ellerine kilitle
Diri olan her şeyin selamını söylerken dirileri diriltene, ölüleri diriltene
Ellerinin, ne kadar da küçük kaldığını hatırla hırsların karşısında
Sahiplendiklerinin hepsi avuçlarının içinde
Ama avucun boş olucak bir gün, avucun boşalacak bir günün akşamında

Şimdi, renkleri çekilmişken eşyanın, cezbesi sönmüşken dünyanın
Ömrünü yeniden hesap et, bir takiyye miktarı ömür, ölümün arefesindedir elbet
Bitmiş say ömrünü bitmiş,
Ve son nefesinin gelip, iki dudağının arasından çıkmak üzere olduğunu düşün
İki nefeslik bi şey ömür dediğin aslında
Aldığın nefes Hay olanın ikramıdır, diriltenin ikramı..
Nefes göğsüne sokuldukça, hayattan nasibini alırsın, Hayy’ın hayat vadine kanarsın,
Hayatın içinde devam istersin verdiğin nefesle, yalvarırsın yakarırsın,
Yeni bir nefese muhtaç olduğunu söylersin
Hayy’dan gelir nefesin ve Hu’ya gider
Sanki aldığın her nefesle, yalnız Sana, yalnız Sana kulluk ederim demen istenir
Verdiğin nefesin ise, yalnız Senden, yalnız Senden yardım dilerim sözünün ruhu olması beklenir

Ömrünün bittiği an’ı uzakta sanma
Şimdi, şu an, geride bıraktığın ve senin adını verdikleri ölülerin başında duruyor gövden
Geride bıraktığın günlerde, bitirdiğin mevsimlerde, veda ettiğin yıllarda, terk ettiğin anlarda,
Yaşayıp, artık hatırası kalmış sen! ler vardır
Hepsi öldüler, yalnız sen varsın diye hatırlanıyor onlar
Sen, şimdi, onları hatırlatan bir mezar taşı gibi dikiliyorsun gövdenle
Aslında, dudaklarının arasına kazınıyor doğum ve ölüm tarihleri
Doğumun aldığın ilk nefes, ölümün verdiğin son nefes..
Yani ki, iki dudağının arasında saklı ömrün, şimdi aldın ve şimdi verdin
Şimdi verdiğin son nefestir,
Uyan..Yan.. An...

Senai Demirci ( Kimdir ? )

Hepsi ayrı ayrı sindirilmesi gereken bu satırlar üstüne yoktur elbet kelamım..

Sonraki yazımda tekrar görüşene dek hayatınızdan pozitifliği, yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyin.

Tekrar Paylaşmak Üzere,
Sevgi ve Saygılarımla
Devamını Okuyun »